Bugünkü şartlarda Fed’in faiz artırması doğru mu?

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

“ABD Merkez Bankası Fed’in faiz artırımı haziranda mı, yoksa sonbaharda mı olacak, olacaksa da devamında 2004’teki gibi kademeli artışlar gelecek mi?” sorularının gündemi büyük ölçüde işgal ettiği bu günlerde, küresel ekonominin gerçekten de bir normalizasyon sürecine dönüp dönmediğini etraflıca sorgulamak gerekiyor. 

AB ve Japonya’daki durgunluk, euronun hızlı değer kaybı, kurlardaki artan oynaklık ile birlikte kur savaşı söylemlerinin yeniden tedavüle çıkması, gelişmekte olan ülkelerin zayıf performansı ve son 20 yılın büyüme motoru Çin ekonomisinin bile karışık sinyaller vermekte olması işlerin pek de iyi gitmediğini göstermekte. Peki, bütün bu küresel zayıfl ıklara karşın, ABD ekonomisi gerçekten çok iyi bir durumda ve diğer bütün ülkeleri de büyüme sathına çekecek kadar güçlü mü? Bu konuda da tereddütlerim var doğrusu. 

Herhalde son 20 yılın en önemli grafiği diye bir yarışma yapılsa, birinciliği “ABD 10-yıllık faizlerinin seyri grafiği” alırdı. 20 sene önce yüzde 7’nin üzerinde seyreden bu faizler, o günden beri seküler (uzun vadeli trend) şekilde gerilemekte. 2012 sonlarında yüzde 1.5 ile tüm zamanların en düşük seviyesini gören bu faizler bugün de yüzde 2 seviyesinin altında. ABD ekonomisinin ortalama enfl asyon oranının yüzde 2.5 civarında olduğunu dikkate alırsak, bugün ABD Hazine bonolarına yatırım yapanların reel bir gelir beklentisi olmadığını, aksine ana paralarının 10 yıl sonunda yüzde 5 kadar değer yitireceğini söyleyebiliriz. Bu mantıklı bir yatırım olabilir mi? Ancak önümüzdeki 10 yılda ABD ve Dünya ekonomisinin deflasyonla fl ört eden bir enfl asyon ve dolayısıyla da Fed faizlerinin ve büyüme hızının da çok düşük seviyelerde seyrettiği bir durumda böyle bir yatırımın anlamı olabilir. 

Bence faizlerdeki bu gelişimi daha temel yapısal problemlerle ilişkilendirmek gerekiyor. Öncelikle, faizlerdeki bu gerileme olgusunu sadece ABD tahvillerinde değil, diğer gelişmiş ülke tahvillerinde de görüldüğünü (örneğin Alman tahvilleri) not edelim. Bu noktadan hareketle, Fed başta olmak üzere tüm gelişmiş ülke merkez bankalarının küresel krizden beri para musluklarını sonuna kadar açtıkları, bu nedenle faizlerin bu kadar gerilemiş olduğu iddia edilebilir. Ancak, gerçek nedenin bu olduğundan çok emin değilim doğrusu. Bir defa, para politikalarının uzun vadeli faizleri etkileme gücü (yapılan ampirik çalışmalara göre) en fazla yüzde 1 civarında. İkincisi, 2008 krizi öncesindeki 10 yıl da reel faizler gerileme içerisindeydi. Üçüncü olarak da, geçtiğimiz ekimde Fed’in miktarsal gevşeme (QE) programı sonlandırılmış ve de faiz artırma takvimi yaklaşmış olmasına rağmen, reel tahvil faizlerindeki gevşeme halen devam etmekte. 

Esas problem ise kendisini tasarruf fazlası ve reel sektörde yatırım eksikliği olarak da gösteren küresel boyutta bir talep yetersizliğinden kaynaklanmakta. Böyle bir durumda, doğal olarak arz ve talebi eşitleyen denge faiz oranları da düşük seviyelere geriliyor. Merkez bankaları ise böyle bir durumla karşı karşıya kaldıkları için mecburen politika faizlerini düşürmekte ve para arzını artırmaktalar. Merkez bankalarının piyasaların aksi yönünde hareket etmeleri ise (ki bunun en son örneğini 2011 yılında Avrupa Merkez Bankası’nın politika faizini yüzde 1’den yüzde 1.5’e çekmesiyle gördük) arz-talep dengesini menfi yönde etkileyerek, ekonomileri daha da zora sokmaktan başka bir işe yaramıyor. 

Bugünden yarına küresel talep yetersizliğinde bir düzelme beklemek fazla iyimserlik olacaktır. Hal böyle iken, Fed’in (ABD enflasyonunda herhangi bir artış dahi görülmeden) faizi artırımına gitmesi ve de sonrasında artırımları kademeli olarak devam ettirmesi, acaba Avrupa Merkez Bankası’nın 2011’de yaptığı kadar yanlış bir strateji olabilir mi? Özellikle artışların devamı konusunda hiç bir vaatte bulunmamış olması bu konuda Fed’in de ciddi tereddütleri olduğunu gösteriyor. 

Gelişmiş ekonomilerde nominal ve reel faizlerde kalıcı bir artış görebilmemiz için reel yatırımlarda belirgin bir artış, tasarrufl arda azalma ve riskten kaçınma eğiliminde de gerileme yaşanması gerekiyor. Bugünkü global konjonktürde, böyle bir ortamın değil oluştuğunu, filizlendiğini bile söylemek oldukça zor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019