Bugünkü koşullarda büyüme, faiz, döviz kuru
Son bulgulara göre Türkiye ekonomisinde büyüme bu yılın ilk yarısında hatırı sayılı ölçüde hızlandı. Bunun arka planında dünya ekonomisinde büyümenin hızlanması kadar ekonomiye sermaye girişindeki hızlanma ve içeride verilen büyüme desteklerinin pozitif etkisi yatıyor. Bu destekler kendi içlerinde sorun potansiyeli taşıyor. Dolayısıyla hızlanan büyümenin kırılganlık katsayısı yüksek bir gelişme olarak değerlendirilip ona göre yönetilmesi doğru olur.
Küresel hızlanma bizim büyümemize son aylarda olumlu katkı verdi. Ama içinde bulunduğumuz konjonktürde bu katkının bu yılın sonuna taşınabileceğine ilişkin tereddütler var. Hızlanmaya rağmen pek çok ülkede ileriye dönük büyüme kulvarı henüz pek net değil. Örneğin, küresel büyümede başı çeken ABD’de önümüzdeki dönemi görece opak hale getiren sorunlar var. Bunların bir kısmı ekonomi yönetiminden ve yöneticisinin yönetim pratiğinden kaynaklanan belirsizliklerden kaynaklanıyor. Ama ABD aynı zamanda ekonomi politikalarında da sorun yaşıyor. Bunlar içinde en önemli olan sorun da ABD merkez bankasının elini bağlayan enflasyon-faiz- döviz kuru döngüsünde yaşanan tıkanma. ABD’de ekonomi hızlandı ama yeterince ısınmadı. Enflasyon hala düşük. Bu faizin de düşük tutulmasını gerektiriyor. Düşük faiz büyümeyi destekliyor ama dolardan kaçmayı da özendiriyor. Dolar fazlası küreye yayılıyor. Bu hareket dolar akışını ısıtıyor, sıcak para devreye giriyor ve süreç uluslararası piyasalarda doların değer kaybetmesiyle sonuçlanıyor. Risk ve beklentiler uyumlu olduğu sürece, özellikle gelişmekte olan ülkelerle olan faiz farkının çekici gücüyle, hızlı bir sıcak para trafiği başlıyor. Bu akım küresel piyasalarda döviz kurlarının yeniden belirlenmesiyle sonuçlanıyor. ABD doları değer kaybederken dolar girişine muhatap olan ekonomilerde kur düşüyor, ulusal para değerleniyor.
Bir tür hareket deseni bu. Bilmediğimiz bir desen de değil. Önceki dönemlerde sıcak para akışının yön değiştirmelerinin ulusal ekonomilerde ciddi dengesizliklere ve giderek krizlere neden olduğunu biliyoruz. Yön değiştirme de çoğu kez risk algısının değişmesi ve/veya beklentilerde ters dönüşler tarafından ateşleniyor. Başlangıçta dolardan kaçmayla başlayan süreç son noktada dolara geri dönüşle sonuçlanıyor. Döviz kurları, faiz oranları ve büyüme süreçleri bu defa ters yönde yeni baştan belirleniyor. Bu bir alt üst olma durumu. Buna kriz diyoruz.
Bütün bunlar bilinen şeyler. Yeniden yazmamın nedeni son dönemde hızlanan büyümenin yol haritasında mevcut önemli bir kırılganlık noktasına dikkat çekmek. Artan sermaye girişinin sonuçta mutlaka kriz üreteceğini söylemiyorum. Sermaye hareketleri iyi ve doğru yönetildiği takdirde sermaye girişi kaynaklı bir kriz olasılığı düşüktür. Ama bunun için ulusal ekonomiyi mümkün olduğu kadar dengeye yakın bir düzlemde tutmak, risk ve beklentileri doğru yönetmek ve gerektiği zaman ekonomiye doğru müdahaleleri yapmak, en azından algıyı gerektiğinde bunları yapacağınıza ikna eden biçimde oluşturmak gerekir. Örneğin, sermaye (sıcak para) girişi hızlanıp, döviz kurunu baskıladığı noktada yapılacak doğru müdahale faiz oranını düşürüp bu girişi caydırmak, en azından kontrol altına almaktır. Bu hızlanmış olan büyümeyi de besler. Ama enflasyon hızı yüksek olan bir ekonomide bunu yapmak belaya davetiye çıkartmak anlamına gelir. Düşürülen faiz sonuçta enflasyonu daha yüksek bir platforma taşır. Yükselen enflasyon artan risk demektir. Bunun risk dengesini değiştirdiği noktada sermaye çıkışı başlar. Faiz yukarıya doğru hareketlenirken kur yükselir ulusal para değer kaybeder. Bu aşamada gelişmeler kontrol edilemediği takdirde dört başı mamur bir kriz yaşanır.
Bu tür süreçler çoğu kez tek yanlı yanlışlar tarafından ateşlenir. Ama içinde yaşadığımız koşullarda sorunun kaynağında muhatabın politika hataları ve yönetim kısıtları var. Dolar fazlasını taşıyan ABD bunu aşamalı olarak geriye çekecek bir politika izlese, yani faizi yükseltse sorun yaratan süreç daha baştan kontrol altına alınmış olacak. ABD düşük ve hareketsiz enflasyon gibi kendi iktisadi koşulları nedeniyle bunu yapmıyor. Beklentilere rağmen kendi faizini yükseltmiyor. Sürdürülen bu dengesizlik küresel ölçekte bir sıcak para hareketini tetikliyor. Sonuçta, öteki ülkelerdeki faiz, döviz kuru gibi fiyatlar değişiyor, yeni dengesizlikler oluşuyor, kırılganlık artıyor. Kırılganlık başlı başına bir risk. Dolayısıyla böyle bir sürece muhatap olan ülke daha baştan “artabilecek risk” baskısı altına giriyor. Bu nedenle hızlanan büyümenin doğru ve iyi yönetilmesi iktisadi aklın gerektirdiği bir zorunluluktur.
Büyüme coşkusuna kapılıp, gerekeni ertelemenin maliyeti yüksektir.