Buffett'ın açık büfesi

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

GÜNDEM / Tuğrul Belli [email protected] Artık iyice hassaslaşmış olan yurtdışı piyasalar olumlu yönde gelen en fantastik haberleri bile satın almaya çalışıyorlar. Bildiğiniz gibi en son sazan haber de efsanevi fon yöneticisi Warren Buffett'ın ABD'deki sabit getirili enstrümanları sigortalayan ve zor durumda bulunan 3 büyük "monoline" sigorta şirketinin portföylerini devralmaya hazır olduğu yönündeki açıklamalarıydı. (Borsadaki artış oranına baktığımızda da en çok sazanın İMKB'de olduğu gözüküyor.) Bu, aslında, Buffett'ın teklifindeki küçük nüans olmasa, çok iyi bir haber olarak bile algılanabilir. Ancak Buffett teklifinde sadece belediyelerin ihraç ettiği ve toplamı 800 milyar doları bulan tahvilleri belirli bir fiyat karşılığında almak istediğini belirtmiş. (Yanlış anlamayın üzerlerindeki riski üstlendiği için ödemeyi sigorta şirketleri Buffett'a yapacaklar ve ortalama sigorta primlerinin yüzde 0.1 olduğundan hareketle, kabaca senelik 800 milyon dolarlık bir gelirden de yoksun kalacaklar!). Buna uyanıklık denmez de, ne denir? Buffett, asıl sorunu oluşturan ipoteğe dayalı tahvillerin, teminatlandırılmış borç senetlerinin ve kredi teminat swaplarının risklerini üstlenmeyi ise, hem de "bunların meydana getirdiği risklerin hesaplanmasına imkan yoktur" gerekçesiyle, reddetmiş. Kısacası, Buffett sanki bir açık büfede yemek beğeniyormuş gibi sigorta şirketlerinin içindeki taze ve lezzetli yemekleri seçiyor, bir gün önceki düğünden kalma bayat yemekleri ise ellemiyor. Ne diyelim, afiyet olsun. Aslında sigortasız bile olsa belediye tahvillerinin (ki, "municipal (belediye) bonds" olarak adlandırılsalar da, aslında bunlar vergiden muaf olan ve her seviyedeki eğitim kurumları, sivil toplum örgütleri, yerel ulaştırma, su ve elektrik dağıtımı yapan yarı-kamu kurumlarının tahvillerini de kapsıyor) tarihsel olarak geri ödenmeme oranı çok çok düşüktür. Hatta, 1970'ten beri tek bir geri ödeme sorunu vakası yaşanmış ve o sorun da 15 gün içinde çözülmüştür. Peki, bu enstrümanlar bu kadar risksiz ise, piyasalar neden bu kadar endişeli? Çünkü, tahvillerini göreceli olarak ucuza sigortalamış olan pek çok kurum pahalı olduğu gerekçesiyle tahvillerine rating yaptırmamıştır. Sigorta şirketlerinin batmasıyla piyasada birden riski düşük bile olsa rating'i olmayan binlerce tahvil yer alacaktır. Halbuki, bu tahvillerden almış bulunan pek çok fonun ana sözleşmesinde rating edilmemiş tahvillerin portföylerine alınması konusunda yasaklar vardır. Bu durumda da bu fonlar bu tahvilleri boşaltmak isteyecek ve piyasada ciddi bir kaos oluşacaktır. Çözüm ise federal hükümetin bu tahvilleri yeniden sigortalanana ve/veya rating edilene kadar geçici bir süre için göreceli olarak yüksek bir fiyattan geri alma garantisi vermesi olabilir. Hep söylediğimiz gibi ABD'nin asıl sorunu ekonomisinin temelinde yatıyor. Bugün alınan palyatif tedbirler uzun vadede ABD ekonomisindeki problemleri çözücü nitelikte değil. Problem, özellikle Bush döneminde zengin kesimi kayıran vergi uygulamaları nedeniyle, orta ve dar gelirli kesimin gelirlerinde ve dolayısıyla alım güçlerinde ciddi bir gerileme olmuş olması. Bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri bu yıla kadar gelişmiş bir ekonomi için yüksek sayılabilecek bir büyüme hızı yakalamış olan ABD ekonomisinde, bugün 30'lu yaşlarında olan birinin kazancının bundan otuz sene önce 30'lu yaşlarında olan birinin kazancına göre reel bazda yüzde 12 azalmış olması. Bu sınıfların ekonomik gücünün bugün yapıldığı gibi bir defalık gelir yardımlarıyla değil, kalıcı tedbirlerle artırılması gerekiyor. Bu tedbirlerin başında da vergi sisteminin tekrar "çok kazanandan çok, az kazanandan az" prensibine geri getirilmesi yer alıyor. Memleketimize gelirsek. Maalesef, hükümet kanadında, basında da sık sık eleştiri konusu olan dış ekonomik gelişmeler karşısında bir rehavet, aymazlık ve neredeyse devekuşuculuk eğilimi göze çarpıyor. Yüksek oranlı bir cari açığı olan, büyüme hızının düşme eğilimi içine girdiği, özellikle iç piyasaya yönelik sektörlerde ciddi bir duraklama yaşanan, işsizlik rakamlarında artış trendi görülen bir ekonomik ortamda hükümetin eforlarını türban gibi marjinal bir konuya yoğunlaştırmış olması gerçekten üzücü. Üniversite ve meslek okulu mezunlarının önemli bir yüzdesinin işsiz olduğu gerçeği, kapsamlı bir eğitim reformu konusunda alarm zillerinin çoktan çalmış olmasını gerektirirken, türbanın eğitimdeki sanki en elzem problemmiş gibi gündeme getirilmesi oldukça manidar. YÖK'ün kendi iç kararlarıyla halledilebilecek bir konunun Anayasa seviyesine taşınmış olması ise olayın boyutlarının eskale edilerek gündemi işgal etmesi ve toplumda gereksiz bir dikotomiye yol açması bakımından çok başarılı bir hareket doğrusu! Son bir sözüm de "Efendim, hükümet ilk 5 yılda çok iyi performans gösterdi, şimdi tipik bir iktidar rehaveti içine girdi; biraz kendilerini toparlarsa her şey düzelir" savını dillendirenlere. Bu köşede defalarca gösterdim ki, son 5 yıldaki büyüme çok büyük ölçüde küresel akımlardan kaynaklanıyor. Aynı dönemde, bizle doğrudan rekabet içinde bulunan tüm gelişmekte olan ülkelerde büyüme benzer seviyelerde olmuş. Hükümetin ise 2001'de IMF ile beraber kurgulanan "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı"nı ana hatlarıyla izlemek dışında olumlu ve özgün ne katkılar yapmış olduğu oldukça tartışmaya açık bir konu. Onun için bu saatten sonra hükümetten "kapsamlı reformlar" beklemek biraz Pollyannacılık oluyor. En nihayetinde, sorun bir kapasite ve vizyon sorunu.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019