Bu sene yüzde 4.5'i de arayabiliriz!

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

GÜNDEM / Tuğrul Belli yüzde 4.5 ile milli gelir artış hızımız uzun zamandan sonra ilk defa resmi hedefin altında kaldı. Öncelikle, tarım üretiminde kuraklıktan kaynaklanan azalışın milli hasılayı yüzde 0.7 kadar aşağı çektiğini belirtelim. Yani, eğer tarım üretimi geçen seneyle aynı miktarda olsaydı, bu seneki milli hasıla artış hızımız yüzde 5.2 olacaktı. Ancak, önceki senelerdeki gelişmeler ve Dünyada bize benzer ülkelerin performansları dikkate alındığında yüzde 5.2 gibi bir oranın bile düşük kaldığını söyleyebiliriz. Yeni seriye göre 2004'den itibaren yıllık büyüme hızlarımız sırasıyla yüzde 9.4, yüzde 8.4, yüzde 6.9 ve yüzde 4.5 oldu. Azalış trendi çok net olarak gözüküyor. Büyüme oranının göreceli olarak düşük kalmasıyla ilgili iki tamamen farklı görüş ileri sürülmekte. Birinci görüş büyümenin hedefin altında kalmasının başlıca sorumlusunun ABD kaynaklı endişeler, iç siyasetteki karışıklık ve seçimler gibi iç ekonomik gelişmelerin dışındaki harici (exogenous) sebepler olduğu şeklinde. İkinci görüş ise ekonomideki yapısal sorunların ön plana çıkmış olmasından ve gerekli reformların geciktirilmiş olmasından kaynaklanan bir kötüye gidişin söz konusu olduğunu öne süren görüş. Şahsen ben birinci görüşteki sebeplerin performansımızdaki düşüşün nedenleri olduğunu düşünmüyorum. Bunlar ancak kötü ekonomi yönetiminin bir bahanesi olabilir. Bir defa, ABD finans sektöründe ortaya çıkan problemler gerçek etkisini bu sene hissettirmeye başladı. 2007 yılında ne üretim, ne de tüketim tarafında böyle bir etkiyi yaşamadık. Hatta, hatırlanırsa çoğu gelişmekte olan ülkenin iyi performans göstermeye devam ediyor olması, gelişmiş ülkelerden bir ayrışma (decoupling) yaşanmaya başlandığı yönünde iddialar ortaya atılmasına neden olmuştu. Seçimlerin ise özellikle iç tüketim üzerinde bir miktar etkisi olmuş olması muhtemeldir. Ancak seçim öncesi denilebilecek 2. çeyrekteki yüzde 1.6 oranındaki düşük iç tüketim büyümesine karşılık, seçim sonrası dönem olan 3. çeyrekte ertelenen talebin yüzde 8.2 artışla geri geldiğini görüyoruz. Öte yandan, kuvvetli bir baz etkisi nedeniyle çok yüksek artış göstermemiş gibi gözüken devlet harcamalarının aslında hatırı sayılır bir artış gösterdiği, özellikle ilk çeyrekte mal ve hizmet alımında yüzde 11.5 gibi yüksek oranlı bir artış gerçekleştiği görülmektedir. Kısacası, talebin bir dönemlik ertelenmiş olması dışında seçimlerin 2007 büyümesine net etkisinin sıfır olduğunu söyleyebiliriz. Reform tembelliğinin, ve ekonomiyi doğru kulvarlara yönlendirebilecek bir vizyonun ve bunu gerçekleştirmeye yönelik proaktif uygulamaların eksikliğinin Türkiye'nin uzun dönemli büyüme hızına son derece olumsuz etki yapacağı bir gerçek. Belki de ilk defa 2007 yılında bu durumun bariz sinyallerini görmeye başladık. 2001 krizi sonrasındaki birkaç yılda üretim verimliliğini ciddi ölçülerde artırmayı başaran Türkiye'nin son 2 senedir bu noktada da bir darboğaza girdiği görülüyor. Büyük ölçüde otomasyona dayanan otomotiv sanayi dışında istikrarlı bir şekilde ihracat hacmini artıran bir sanayimiz yok. Ayrıca bir ünite ihracat yapmak için kullandığımız ithal ürünü miktarı da gün geçtikçe artmaya devam ediyor. (Dış ticaretin büyüme hızına net etkisi de bu sene yüzde-1.7 oldu.) Ancak burada yüksek reel faizlerin sebep olduğu değerli TL nedeniyle Türkiye'nin rekabetçi konumunu öldüren ve aynı zamanda iç talebi gereksiz bir baskı altında tutan MB para politikaları konusuna da değinmek gerekiyor zannedersem. Neredeyse 7 yıldır sürdürülen bu politikalar sonucunda enflasyonda normal denebilecek yüzde 3-4 seviyelerine gerilemiş olsak amenna. Ancak görünen o ki, bu sene de enflasyonun tek haneli rakamlarda kalmış olması bir başarı sayılacak. Öte yandan, özellikle 2006 ortasında daha da sıkılaştırılan para politikasının Türkiye'nin büyüme hızında belirgin bir daralmaya yol açmadığını iddia etmek imkansız. Kendi para politikası raporlarında bile ekonomide ciddi ölçüde çıktı açığı olduğunu tesbit eden bir MB'nın bu israrcı politikasını kendi içinde nasıl rasyonelize ettiğini merak ediyorum doğrusu. Özetle, 2007 yılında Türkiye'nin maruz kaldığı dış ekonomik koşullar aslında hiç de kötü değildi. Ülkenin sağladığı finansman imkanları Cumhuriyet tarihinin uzak ara en iyisi oldu. Sadece doğrudan yabancı sermaye yatırımı olarak 22 milyar dolar bir kaynak girişi gerçekleşti. Bunun üzerine özel sektörün ve bankaların ciddi miktarda borçlanma sağladığını görüyoruz. Hatta, 38 milyar dolarlık cari açığa rağmen kaynak fazlalığı nedeniyle MB rezervleri bile 12 milyar dolar kadar artış gösterdi. Açıkçası, bu imkanları bu sene bulamayacağız. Bu şartlar altında yüzde 4.5 büyümeyi bile öpüp başımıza koymamız gerekiyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019