Bu kez vahşi ormanlarda

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

Masamda bir sertifika duruyor: Vahşi ormanlarda yürüyüş, piranha avı, timsah yakalama, kano ile nehirlerde ve suların içindeki ormanlarda yolculuk gibi etkinlikleri başarıyla gerçekleştirmiş bir çevreci olduğum iki imza ile onaylanmış... Bunlardan birisi jungle rehberimizin, diğeri kaldığımız otelin başkanının...

Yüzlerce fotoğraf, saatlerce görüntünün yanı sıra bu sertifika da Brezilya Amazonlar gezisinden bir anı olarak kalacak. Türkiye'den 12-13 saat uçup ülke içinde 5,5 saatlik yolculuktan sonra ulaşabildik Amazon'un göbeğine... Doğa Koleji ve İstanbul Üniversitesi Çocuk Üniversitesi'nin gezisinde kolejin Kurumsal İlişkiler Direktörü Esra Çabukcan Kaygısız'ın zarif evsahipliğinde, genç kâşifler Ezgi Simay Karabulut, Hakan Çorbacıoğlu, Muaz Gündoğdu, Yusuf Gazanker ve sevgili Coşkun Aral'ın kızı Deniz'le birlikte Sao Paolo, Manaus ve Rio de Janerio'yu yaşayarak keşfetmeye çalıştık...

Doğa Koleji ve İstanbul Üniversitesi işbirliği ile kurulan Çocuk Üniversitesi, yerinde öğretim felsefesiyle öğrencilere dünyanın dört bir yanındaki fen, bilim, farklı kültür, dil ve coğrafyalarla tanıştırmayı hedefliyor. Daha önce Cern, Hindistan, Kenya ve Paris'e gidilmiş, bu kez sırada Brezilya vardı...

Hedef, öncelikle Amazon eyaleti... Ve kaldığımız otel, vahşi ormanın hemen kıyıcığında, suyun üzerine çakılan yüzlerce kazık üzerine kurulmuş ahşap kulelerden oluşan Ariau Towers... Müşterileri arasında Amerika başkanları, Susan Sarandon, Philippe Cousteau gibi isimler de var... Her birisi en az 3-4 katlı olan, yine suyun üzerine kazıklarla inşa edilmiş yollardan yürüyerek ulaştığımız 10'a yakın ahşap yapıdan oluşuyor Ariau...

Benim odam, 4 numaralı kulenin ikinci kattaydı ve tam ormanın içine bakıyordu. Hemen girişte, suyun üzerine sereserpe uzanmış bir timsahımız, aramızda dolaşıp yemek dilenen onlarca maymunumuz ve her öğleden sonra birkaç saat bardaktan boşanırcasına yağan yağmurlarımız vardı. Yediğimiz nefis ananasların, (kızartması, haşlaması, ızgarası ile) muzların, şahane karpuzların, mangoların, harika limeların tatları ise hâlâ damağımda.

Gecenin zifirinde Rio Negro'ya dalarak elle yakalanan timsahı (inceledikten sonra salıverdiğimiz), rehberimiz Mike'e "anakonda da görecek miyiz?" diye sorduğumuzda "merak etmeyin, o sizi görüyor!" yanıtını, uzaktan da olsa nehirde keyifle sıçramalarını izlediğimiz pembe yunusları unutmak mümkün mü?

Günün aydınlanışını ağaçlardaki binlerce kuşun sesleri eşliğinde nehrin üzerinde izleme ve dinlemeye çalışmamız, piranhaları avlamak için yola çıkıp zavallı pisi balıklarıyla yetinmemiz (tabii yeniden suya bırakarak), yerli evindeki o sade hayat, nehrin çay suyu rengindeki ılık suyunda yüzmek ve hemen ardından bastıran fırtına ve yağmur nedeniyle mahsur kalış anlatabileceğim onlarca şeyden sadece birkaçı...

Ve Manaus'un meşhur opera binasının, görkemli balık ve muz hallerinin etkileyici görüntüleri, sokaklardaki o zenginlik ve yoksulluk... Ya nefis etler yediğimiz o restoran?

Tabii ki Rio de Janerio... Umduğumuzun aksine yalnızca 15 bin yatak kapasitesi olan, hiçbir şeye aldırmayan insanların çalışmayı değil, yaşamayı sevdikleri kent... Taksiye binmek istediğinizde, "şimdi maç seyredeceğim, sonra gidersiniz" deme lüksüne sahip şoförler... Tramvaylarla tırmandığımız Corcavado Tepesi... 771 metreden okyanus ile dağların arasına kurulu Rio'yu izlemenin, en ilginç, farklı görüntüleri yakalamaya çalışmanın heyecanı... İsa heykelinin altında fotoğraf çektirme. Ardından teleferiklerle diğer tepelere, Sugor Loaf'a çıkış... Copacapana ve Ipanema plajları... Herhalde birkaç gün önce çekilmiş şahane kakaolar için bir aktara uğrayış... Harika lezzeti olan kekikler dahi bulup almam...

Hızla geçip giden günler... Bu köşeye sığdırmam mümkün değil... Pazartesi sayfasında daha ayrıntılı bir biçimde anlatmaya çalışacağım Brezilya yolculuğunu...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar