Bu işi başaramayacağımızdan korkuyorum
Toplumsal barışımızı çok uzun süredir sarsan terör sorununu çözme süreci ilerliyor. Sürecin aksamaması için toplum çoğu kesimi hassasiyet gösteriyor. Geçmişte tepkiler yaratan olaylar karşısında sukünet korunur oldu. Basınımız, televizyonlarımız çatışmayı tahrik edecek söylemden kaçınma gayretinde. Sinop'taki nahoş olayı, bu tür süreçlerde karşılaşılan bir yol kazası olarak değerlendirmek doğru olur. Vahim bir sonucun ortaya çıkmamış olması tesellimizdir.
Barış süreci çabalarında en fazla sorun, sürecin itici gücünü oluşturması gereken siyasi partiler ve partilerin liderlerden kaynaklanmaktadır. Olayları hatırlayacak olursak, ne demek istediğimiz belki daha iyi anlaşılacaktır. Sayın Başbakanımız süreci başlattığını açıklayınca, ana muhalefet liderimiz "kredi açtık" dedi. Başbakanımızın"sen kimsin ki bana kredi açıyorsun" mahiyetindeki cevabı çok kötü bir başlangıç oluşturdu. Başbakanımız barış siyasetini partisi üzerine temellendirerek, olaya partizan bir hava kazandırdı. Sinop olayında da muhalefeti mesnetsiz suçlayarak aynı tutumunu sürdürdü. Halbuki terörü de içeren etnik temelli bir sorunun çözülmesi, toplumda yaygın kabul gören temayülleri temsil eden bir koalisyon kurulması ve sürecin mümkün olduğunca partilerin ortak çabası olarak yürütülmesiyle mümkün olur. Şüphesiz süreci bütünüyle reddedenler koalisyonun dışında kalacaklardır. Ancak süreci destekleyebilecekleri dışlamak, onların sürece karşı tavırlara sürükler. Nitekim Başbakanımızın ana muhalefeti istiskali, CHP içinde çözüm karşıtlarını güçlendirmiştir. Sinop'taki üzücü olaylar sonrasında Sayın Kılıçdaroğlu'nun, Sayın Başbakanımızın özünde doğru olan tepkisini "sıkıysa Rize'de tekrarla" daveti, uzlaşmazlığın ne gibi sorunlar doğurduğuna üzücü bir örnek teşkil etmektedir. Kanımca, Başbakanımız CHP'nin destek demecine olumlu yaklaşmalı; hatta vakit kaybetmeksizin parti lideriyle görüşme fırsatı yaratmalıydı.
AKP'nin anayasayı sadece BDP ile anlaşarak değiştireceği izlenimi de ilerlemeyi kolaylaştırmamaktadır. Çözümü benimsemeyenler zaten anayasaya karşı vaziyet alacaklardır. Fakat belki daha tatsız olasılık, şayet BDP kendisinin elde edebileceklerine karşılık iktidarın getirmek istediği başkanlık sistemini benimserse, çözüm arzulayanların ihmal edilmeyecek bölümünün, istemeyerek de olsa, çözümü reddetme durumuna itilebileceğidir. Bunun ne önemi var ki dememek lazımdır. Başbakanımız iki partinin bir önceki seçimde sağladığı siyasi desteğin süregeldiğini varsaymaktadır. Bazı kamuoyu yoklamaları bu varsayımı destekler gözükse de, barış sürecine verilen desteğin aynı oranda olmayabileceği diğer bazı araştırmalarda kendini belli etmektedir. Dolayısıyla, sürecin arkasındaki desteği güçlendirme yolu izlenmezse, gereken yasal düzenlemeleri gerçekleştirmekte dahi başarısız olma olasılığı vardır. Toplumsal destek ancak kamuoyunu doğru bilgilendirerek arttırılabilir. Oysa yapılan açıklamalar sürecin nasıl yürüdüğüne dair kafa karışıklığına yol açmaktadır. Barış politikasını kendi başına belirlediği anlaşılan Başbakanımız, bir yandan "devlet teröristle görüşmez" derken, diğer yandan görüşmeleri yürütmek üzere devlet memurlarını görevlendirmekte; bir yandan BDP'ne süreçte rol verirken, PKK'nın lideriyle hangi BDP yetkilisinin görüşeceğini şahsi iznine bağlayarak onlara güvenmediğini göstermektedir.
Bu işi başaramayacağımızdan korkuyorum. Süreç iyi yönetilmiyor, sıkıntıya girebilir.