Bu gece yıldızlar yağmur gibi yağacak!
Bir yaz gecesi… Zifiri karanlık… Simsiyah bir boşluk sonsuza dek uzanıyor... Bir denizin içinde gibiyim… Yaşasın! Bugün ay çıkmayacak, bu karanlık aydınlanmayacak! Yukarıda milyonlarca yıldız ışıldamasa, ürktüğümü bile söyleyebilirim… Çünkü, üstüne üstlük çıt bile yok… Nedense gece kuşları bile susuyorlar böyle zamanlarda… Çıt yok!.. Ürpermemek mümkün değil…
Sessizliğin sesi derler ya, işte onu duymak mümkün…
Ve, işte oradalar… Nihayet, yıllardan sonra… Lusiferin ve lusiferaz adlı kimyasal maddeleri yüksek bileşenli başka bir kimyasal madde ile birleştiren, bu reaksiyonu sürekli ve eşit aralıklarla ustalıkla yapabilen yaratıklar yavaş yavaş yaklaşıyorlar… Önemli bir özellikleri de bu reaksiyon sırasında kimyasal enerjiyi hiçbir kayba uğratmadan dönüştürebilmeleri… Hayranlıkla seyrediyorum çocukluğumun o unutulmaz canlılarını… Yıllardan sonra…
Yanıyor sönüyor, sönüyor yanıyorlar ateşböcekleri…
Latince ismi Noctiluca Milliaris olan başka bir canlıyı da görebilecekmiş gibi yeniden aranmaya başlıyorum etrafta… Simsiyah gecenin içinde bu kez sularda yüzdüğümü hayal ediyorum… Derken luminisens maddesini vücudunda barındıran bu canlıya dokunuyorum… Binlerce yıldız parmaklarımın arasından büyüleyici biçimde akıyor…
Işıldıyorlar, parıldıyorlar suyun içindeki yakamozlar… Beni de ışıklarıyla sanki yıkıyorlar…
“Yıldızlar ateşböceği sanılmaktan korkmazlar.” demiş Tagore… Gecenin bir yarısında şenlik, gökyüzünde devam ediyor… Bütün bu duygu cümbüşünü heyecanlı bir ses bölüyor “bak, bak yıldız kaydı!”. Hemen yukarı kaldırıyorum kafamı, hay Allah! Yine göremedim! Bazen yakalayabilirdim onları kayarken, ama hiçbir zaman o anda bir dilek tutamazdım, ki gerçekleşebilsin!
Yıllar yılları kovaladı, o ıssız, zifiri geceler, ateşböcekleri, yakamozlar ve kayan yıldızlar kalabalıklaşan, ışıkları giderek artan kentlerde bir hayal olarak kaldı.
Gazetede “Perseid meteor yağmuru başlıyor” haberini okuyunca bunları düşündüm. Kayan yıldızlar, aslında atmosfere girip yanarak düşen meteorlar, yani göktaşlarıydı. Ve bizler, ışıklı gecelerimizde onları artık göremesek de gökyüzünde oradan oraya binlerce yıldır kayıyor, yeryüzüne yağıp duruyorlardı…
1862 yılında keşfedilmiş, 1992 yılında Dünya’nın yakınlarından da geçmiş Swift-Tuttle kuyruklu yıldızından arda kalan kalıntılardan oluşuyordu Perseid göktaşı yağmuru, en bilinen göktaşı yağmurlarından birisiydi.
Bu meteor yağmuru, Güneş’in etrafında dönüşü sırasında Dünya’nın bu kozmik toz bulutuna rastlaması sonucu gerçekleştiğinden her yıl aynı dönemde gözlemlenebiliyordu. Yeryüzünün kütle çekim etkisiyle burada bulunan göktaşları atmosfere girerek yanıyorlardı. Bu göktaşlarının hızı, saatte 216 bin kilometreye kadar ulaşabiliyordu. Sözünü ettiğim şahane, muhteşem görüntü, en yoğun 12 Ağustos’u 13 Ağustos’a bağlayan gece (bu gece) yaşanıyordu.
Bu gece, güneş battıktan sonra, gökyüzünü siyah bir perde örttüğünde, mümkün olduğunca ışıksız bir yerden ben oraya bakıyor olacağım. Orası dediğim kuzey… Çağdaş teknolojik olanaklarla meteorların yağdığı bu yönü, milimi milimine bulmak çok kolay; telefonunuzda gökcisimlerinin yerlerini gösteren bir uygulama varsa, Perseus takımyıldızını arayıp (çünkü o bölgede gözlemleniyor) o tarafa bakmanız yeterli…
Bu sene şanslıyız, Jüpiter’in de etkisiyle meteor yağmurunun daha yoğun olacağı belirtiliyor. Çünkü, Jüpiter’in yörüngesi 12 yılda bir bu göktaşlarıyla kesişiyor. Gezegenin kütle çekimi nedeniyle de Dünya’ya doğru savrulan taşların sayısı artacak. Bu nedenle sayıları saatte 170’i bulacak kayan yıldızlardan en az birini aslında birçoğunu mutlaka göreceksinizdir.
Bir de şarkı tutturursanız “Benim gönlüm sarhoştur, yıldızların altında” diye başlayıp hayat, birkaç dakikalığına olsun “mavi nurdan bir ırmak” a neden dönüşmesin?!