Bu gazetede 35 yılda kendimce kattığım değer
Yazılarımı okuyanlar, “Hayatta eli boş dönülmeyen tek yolculuk kendi içimize yaptığımız yolculuktur” saptamasını sıklıkla yinelediğimin farkındadır.
Kendimizle yüzleşmeyi öğütleyen bir yazı insanı, kendine ayna tutmaktan kaçınıyorsa, söyledikleri boşlukta kalır; iç tutarlılığını yitirir.
Başlıklar halinde özetleyeceğim 19 konuda “fikri-i takip ilkesine” sadakatımı koruduğumu düşünüyorum. Düşündüklerimi yazıya aktararak bir “eleştiri zemini” yaratabilirim. Göremediğim eksiklerimi, farkında olmadığım yanlışlarımı daha da önemlisi çelişkilerimi yazanlar olursa, sözcüğün tam anlamıyla “ minnettar” kalarım.
1- İlk günden bugüne “kırsal kesimden göç” konusunda ezberlere karşı çıkıyorum. Kentleşmenin temel bir eğilim olduğunu, “kır itiyor; kent çekiyor”, “kırsal kesimde önlem alınırsa kentleşmenin hızı azaltılır” tezlerinin ülkeye gereksiz kaynak israf ettirdiğini savunuyorum. Bu konuda tezlerimi ilk kez Kastamonu’da dinleyen Nezih Demirkent’’ in karşı çıkışını, iki hafta sonra Tarsus’ta çok farklı boyutlar ekleyerek savunmasını keyifl i bir anı olarak zihnimde saklıyorum.
2- Eskişehir’de Sakarya ve Sonolay gazetelerinde çalışırken önemini kavradığım, işletme yönetiminde “Delfi Yöntemi” diye daha değişik kuramsal çerçevesini öğrendiğim, özellikle verileri sağlıklı olmayan ülkelerde “sahada gözlem yapmanın” önemini çalıştığım bütün kurumlara taşıdım;saha araştırmaları yaptım. Eskişehir Sanayi Odası, İstanbul İktisâdi veTicari İlimler Akademisi, Şişecam ve DÜNYA Gazetesi’ni yönetenler saha çalışması konusuna yaptığım entelektüel ve uygulama katkılarının birinci el tanıklarıdır.
3- Kaynak israf ettiren iki konuyu sürekli gündemde tuttum: Birisi, “eltiler kavgası ve kardeşler dırdırının” batırdığı iş yerleriydi. Diğeri de, “köy, belde, ilçe, il ölçekli düşünce yerine havza ölçekli düşünülmeyerek” kaynak israfıydı. Bugün rekabet edebilecek üretim alanlarının keşfi, yatırım yerinin seçimi ve üretkenliğin artırılmasında “havza bazlı düşünce” benimseniyor. Tarım destekleriyle ilgili açıklamalarda “havza bazlı destek” konusunun uygulamaya sokulması kavramsal planda da olsa konunun anlaşıldığına kanıt olabilir.
4- Sürekli olarak, “Teşvik sisteminin etkili olmadığını, mekan ve sektör bazlı teşvikleri, proje-odaklı hale getirmek” gerektiğini, “teşviklere izin vermede, uygulamada ve uygulama sonrasında gözetim ve denetim mekanizmaları” oluşturma konusunda farklı bir tutum gerektiğini tartışmaya açtım. Düşüncelerimde haklı olduğumu hayat bir çok kez kanıtladı. Bugün de ülkemizdeki teşvik sistemlerinin yeniden yapılandırılması gerektiğini düşünüyorum. Proje-odaklı, asimetrik gelişmelere uygun tepkileri verebilen teşvik sistemiyle ilgili siyasi iradenin niyet belirlemiş olmasını, ülkemiz için önemli bir kazancın ilk adımı olduğunu düşünüyorum.
5- Eskişehir, Manisa, Bursa ve Çerkezköy Organize Sanayi Bölgeleri’ nin kuruluş aşamasından bu yana, bir başka anlatımla 40 yıldır OSB’lerin yapılarını, işlevlerini, kültürünü; üretkenlik, etkinlik ve verimlilik yaratmadaki önemlerini izliyorum. Son 10 yılda ise karma OSB’ler yerine, yeni nesil OSB diye adlandırılan “ihtisas OSB’lerine olan ihtiyacı” ilgili yerlerde tartışmaya açıyor ve düşüncelerimi yazılarımla paylaşıyorum. Yerleşim yeri seçimi ve üretim tesisi yeri tahsisi konularında radikal bir anlayış değişikliği gerektiğini ileri sürüyorum. Siyasi iradenin henüz uygulamaya geçirmemiş olsa bile, uygun OSB üreterek “ üretim mülkiyeti- odaklı yerleşim yeri arz etme niyetini belirtmiş olması” nı sevindirici bir gelişme olarak not edebiliriz.
6- “Saha gözlemi” yapmayan, “eğilim analiz” den haberleri olmayan ve efsanelerin ürettiği eksik ve yanlış verilere dayanarak “tarımsal üretimde destekleme fetişizmi” yapanlara karşı çıktım. “Tarım ve hayvancılık sektörünün, zenginlik üretiminin gerek şartı olduğunu, yeter şartı olmadığını” anlatmaya çalışıyorum. Ezberlere dayalı “destek taleplerinin” ve “uygulamalarının” yarattığı kaynak israfını sürekli anlatıyor ve yazıyorum. Çağın gereklerini, akıllı ve bağlantılı tarımsal uygulamaların oluşturduğu yüksek verimliliklerin etkilerini dikkate almadan yapılacak öneriler bizi yaratmak istediğimiz sonuçlara taşıyamayacaktır. Dünya genelinde erişebilirliklerin alabildiğine arttığı, herhangi bir elektronik ortamda ulaşabildiğimiz her yerdeki üreticilerin “potansiyel rakip” tüketicilerin de “potansiyel müşteri” olduğunu; önlemlerin bu gerçeğe göre tasarlanması gerektiğini kavramadan alınan önlemlerin “kapsayıcı etki” yerine “kurnazların pay kaptığı eşitsizlik” yaratacağını savundum; savunmayı da sürdürüyorum.
7- Ülkemizin zenginliği olan doğaltaş konusunda önce literatür tarayarak kavramları,kavramların bileşen ve bağlamlarını öğrendim; sonra da erişebildiğim çok sayıda ocağı ve işletmeyi gezerek uygulama sorunlarını kavramaya çalıştım. Sektörle ilgili sorunları ve çözümleri eleştirel bir akılla ilgilerle paylaştım. Belli platformlarda ilgililerle karşılaştığımda, “sektöre değer kattın” dediklerine göre emeklerimiz boşa gitmemiş olmalı. Doğaltaş konusunun ciddi bir “ulusal stratejiye” ihtiyacı olduğunu; özellikle “Iran faktörünü” dikkate alarak, stratejinin ivedilikle belirlenmesi gerektiğini on yıldan fazla zamandır yazıyorum, ama ciddi bir adım atılmadığını gözleyememek de içimi acıtıyor.
8- Ülkemiz için potansiyelinin yüksek olduğu bildiğim “Mobilya üretimi fırsat kapısıdır” anlayışıyla literatür taramaları yanında, sahada çalışanlarıyla eli taşın altında olanların düşüncelerini almak için sürekli görüşmeler yapıyorum. Anlattıklarım ve yazdıklarım bireysel düzlemde de mobilya üreticilerinin örgütlerinde de karşılık buluyor. Mobilya sektörüyle ilgili öğrenmeyi kesintisiz sürdürüyor; öğrendiklerimi paylaşıyorum ki, “rekabet edebilir alan keşfi,rekabet stratejisinin belirlensesi ve ilişki kurarak deneysel mesafelerin alınması” için küçük de olsa bir değer katkımız olabilsin.
9- İş yerlerini yönetirken, “dünya genelindeki eğilimlerin fırsat ve tehlikeleriyle,olanak ve kısıtlarımızı dengelemenin” önemi,her zaman gündemimin ilk sıralarındaki yerini aldı. “Süreçleri ihmal ederek, sadece rakamlara dayalı sonuçları” tartışmanın popülist bir öz taşıdığını “entelektüel korkaklık” olduğunu savundum; bugün de bu düşüncelerimi koruyorum. Özellikle medyanın gündeminde siyaset, makroekonomi ve spor büyük ağırlığını koruyor; işyeri düzeyindeki mikro sorunlar ve çözümler çok sınırlı ele alınıyor. Korkuyorum ki bu tutum,ekonomide son yıllarda yaşadığımız patinaj tekrarlatacak, maddi ve kültürel zenginlik üreterek insanlarımızın yaşamını kolaylaştırma konusunda olması gereken yere ulaşmamızı engelleyecek.
Bir sonraki yazıda takibini yaptığımız diğer konuları paylaşacağız.