Bu eğitimle rekabet olmaz!
Hafta başında aldığımız acı haber, tüm Türkiye'nin yaşanan siyasi-sosyal kutuplaşma ve bu durumun en önemli nedenlerinden biri olan eğitim sorunsalı üzerinde bir kez daha düşünmesine neden oldu. Prof. Dr. Türkan Saylan'ın ardından yapılan konuşmalar ve açıklanan görüşler, dönüp dolaşıp hep Türkiye'deki eğitim sorununa geldi dayandı. 19 Mayıs'ta onbinlerce kişinin katılımıyla gerçekleştirilen cenaze töreninden birkaç saat sonra çiçeği burnunda Milli Eğitim Bakanımız Nimet Çubukçu'nun Can Dündar'ın Canlı Gazete'sine yaptığı açıklama, eğitim konusunun Türkiye'yi yönetenler tarafından ne ölçüde ciddiye alındığını da bir kez daha ortaya koydu… "Müfredat değişecek" diyen Çubukçu, artık dershanelere gerek bırakmayan bir eğitim sistemi kuracaklarını "müjdeliyordu"!
12 Eylül darbesinden sonra, Türkiye'deki eğitim sistemiyle ne kadar oynandığını, milli eğitimde nasıl ve ne yönde kadrolaşmalar yaşandığını herhalde burada anlatmaya gerek yok. Yapılan tahribatın boyutlarını ve yaşanan kadrolaşmanın sonuçlarını açık ve net bir biçimde görüyoruz, yaşıyoruz.
Son 25 yıldır ne kadar milil eğitim bakanı gelip geçtiyse hepsi gelir gelmez üç aşağı beş yukarı aynı vaatlerde bulunmuştur: "Müfredatı iyileştireceğiz, dershaneye ihtiyacı ortadan kaldıracağız." Sonuç? Sonuç ortada; Önceden 4'üncü 5'inci sınıflarda yaşanan dershane çılgınlığı, ilköğretimin hiç bir altyapı hazırlığı olmadan 8 yıla çıkartılmasıyla 6-7-8'inci sınıfların vazgeçilmezi oldu. Geçen yıl ortaöğretim giriş sınavı yerine SBS sınavı getirilmesiyle bu sefer dershane yaşı tekrar 4'üncü sınıfa kadar indi. Üstelik bu düzenlemelerin hepsi, yine "Dershaneye bağımlılığı ortadan kaldıracağız" iddiasıyla yapıldı.
Bugün Türkiye'de eski yıllara göre okullaşma oranlarında artış yaşandığını biliyoruz. TÜİK verilerine göre ilköğretimde net okullaşma oranı 1997-2006 arasında yüzde 84.74'ten yüzde 90.13'e yükselmiş durumda. Aynı dönemde ortaöğretimdeki net okullaşma oranının ise yüzde 37.87'den yüzde 56.51'e yükseldiğini görüyoruz. 15 yaş ve üzeri nüfus 1998 verilerine göre eğitim için ortalama 6 yıla yakın bir süre harcıyormuş. Bu veri daha sonraki yıllarda açıklanmamakla birlikte temel eğitimin 8 yıla çıkması nedeniyle bir artış yaşandığını tahmin etmek zor değil. Ancak aynı şekilde, erişim oranındaki bu artışa karşılık eğitim kalitesinde ciddi düşüşler yaşandığını görmek de pek zor olmasa gerek. Bir gecede yüzlerce kişinin atamasını gerçekleştirme gücüne sahip anlı şanlı Türkiye milli eğitim sistemi, okullaşma oranını artırırken eğitim kalitesini yükseltme becerisine bir türlü sahip olamadı ne yazık ki. Üstelik bu kalite düşüşünden ne ilköğretim, ne orta öğretim kurumları, ne kamu, ne de özel eğitim kurumları kendini dışarıda tutabildi. Eğitim kalitesi özellikle büyük şehirlerde giderek düşerken özel okul sisteminin de nitelik ve nicelik olarak kendinden bekleneni vermekten çok uzak olduğunu hem orta öğretim, hem de üniversite sınavlarında açıkça görüyoruz.
OECD'nin Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA), 15 yaş grubu öğrencilerine uygulanan temel beceri araştırmalarının sonuçları da aslında eğitimdeki durumumuzu açıkça gözler önüne seriyor. Üç yılda bir gerçekleştirilen PISA araştırmalarının sonuncusunun saha çalışması geçtiğimiz nisan ayında tamamlandı ve sonuçları büyük ihtimalle 2010'da göreceğiz. Bu programa Türkiye'nin 2003 yılında dahil olması nedeniyle elimizde 2003 ve 2006 verileri mevcut. 2006 verilerine göre temel matematik becerileri konusunda Türkiye 30 OECD ülkesi arasında 29'uncu durumda. Fen becerileri konusunda da durum aynı. Ve daha da anlaşılmaz ve inanılmaz olanı; okuma becerileri konusunda da Türkiye'nin yerinin değişmemesi. Yani çocuklarımıza matematik ve fen bilgisi öğretemediğimiz gibi Türkçe dahi öğretemiyoruz. Türkiye'nin yalnızca Meksika'nın üzerinde olduğu listede matematik ve fen konusunda Finlandiya, okuma becerisinde ise Kore birinci sırada.
IMD (Uluslararası Kalkınma Yönetimi Enstitüsü - International Institute for Management Development) tarafından her yıl hazırlanan Dünya Rekabet Yıllığı verileri önceki gün TÜSİAD tarafından açıklandı. Türkiye 57 ülke içinde, 329 ayrı kriter baz alınarak yapılan değerlendirmede 47'nci sırada yer alıyor. Alt başlık sıralamalarına bakıldığında ise "Eğitim" alt başlığındaki sırası 57 ülke içinde 52'nciliğe düşüyor. Yani bu listede de, rekabet gücünde sondan onuncuyuz, eğitim altyapısında ise sondan beşinciyiz.
Türkan Hocamız'ın ardından ben de şunu söylemek istiyorum; Milli Eğitim'deki bu kafa değişmediği sürece Türkiye'nin geleceği pek parlak görünmüyor. Bu nedenle eğitime destek veren herkesin, bir yandan da Türkiye'nin milli eğitimine egemen olan kafa yapısını değiştirmek için yılmadan mücadele etmesi gerekiyor.