Bu duruma düşmemeliydik!

Uğur CİVELEK
Uğur CİVELEK ARKA PLAN [email protected]

Küresel koşullar ve piyasa eğilimleri, gerek Türkiye Ekonomisinin makroekonomik görünümü ve gerekse geleceğin dış ticaret verilerimiz açısından olumlu düşünmeye izin vermiyor. Bu yılın ilk yedi ayına ilişkin Dış Ticaret İstatistikleri bu durumu teyit ediyor. Küresel ölçekte risk alma isteği yüksek iken iyi gibi görünen her şey, riskten kaçınma eğilimi söz konusu olduğunda tersine dönüyor. 

2003-2008 ve 2009-2011 yılları arasında risk alma isteği oldukça yüksekti ve kısa vadeli bakış açısına abone olanlar her şeyin iyiye gittiğini düşünüyor veya piyasaları bu varsayıma göre yönlendiriyordu. Gelişen ülke paraları hızla değerleniyor, faizler gevşiyor, sermaye piyasaları yükselerek bilançoları güzelleştiriyor ve süreç kendi kendini besliyordu. Makroekonomik görünüm olumlu yönde ilerliyor gibi görünüyordu, dış ticaret rakamları dev adımlarla yeni rekorlara koşuyordu. Eğilimlerin sürdürülebilir olmayışı, yeni yapısal sorunların oluşmaya başlaması ve ağırlaşması, emtia fiyatlarının yükselerek enflasyon baskılarını yükseltmesi kimsenin umurunda değildi. Oluşturulan saadet zincirinin kırılacağı güne kavuşmak için doludizgin koşuluyordu. 

Son on yılda riskten kaçınma eğiliminin güçlendiğine ikinci kez tanık oluyoruz. İlki küresel kredi krizinin etkili olduğu 2008 yılı ikinci yarısı ve 2009’un ilk çeyrek döneminden oluşan dokuz aylık kısa bir dönemdi; her şeyin tersine döndüğü ve yaşanan panik eğilimler nedeniyle sistemik kırılganlığın olağandışı seviyelere ulaştığı bir zamandı. İkincisini ise 2013 senesinin ikinci yarısından itibaren yaşıyoruz ve dalgalı bir şekilde güçlendiğine tanık oluyoruz. İlkinde kırılan saadet zincirinin süratle onarılarak güven bunalımının aşılması hedeflenmişti; ikincisi için böyle bir niyet gözlenmiyor, sadece sözel müdahalelerle olumsuzlukları zamana yayma ve algıları köreltme yönlü çabalar ön plana çıkıyor. 

Riskten kaçınma eğilimi özellikle gelişen ekonomileri vurarak etki alanını genişletiyor ve yeni bir küresel kriz olasılığını güçlendiriyor. Söz konusu bölgelerde yerel paralar değer kaybediyor, faizler yükseliyor ve sermaye piyasaları gerileyerek bilançoları yıpratıyor. Bu eğilimler büyüme sorunu yaratıyor, işsizlik ve enflasyon endişelerini güçlendiriyor. Ticaret hacimleri sert bir şekilde geriliyor, sorunlu kredi hacmi artıyor ve finansman olanakları daralıyor. Bu süreçte gerileyen emtia fiyatları enflasyon baskılarını kısmen hafifletiyor, fakat riskten kaçınma eğiliminin belirleyici olmaya devam etmesini önleyemiyor. Oluşan kısır döngü kendi kendini besleyerek kırılganlığı kademeli olarak artırıyor. Dolar faizine ilişkin beklentiler ve Çin’deki gelişmeler, bardağın taşmasına sebep oluyor ve durumu daha da vahim hale getirerek olumsuz eğilimleri ivmelendiriyor. 

Riskten kaçınma eğiliminin piyasalar ve gelişen ekonomiler üzerindeki birincil etkileri, küresel ekonomiyi kırılganlaştırıyor. Yeni bir küresel krizin harekete geçmiş olabileceğini dikkate almak gerekiyor. Gelişen ekonomilerdeki siyasi gelişmelerin bu durumu değiştirebilmesi pek olası görünmüyor. 

Temmuz ayı dış ticaret verileri, yukarıda özetlemeye çalıştığımız kanaatimizi güçlendiriyor ve rakamlara yansıyan olumsuzlukları kesinlikle sürpriz saymamak gerekiyor. Sene başından bu yana ihracatımız çift haneli oranlarda geriliyor, dış ticaret hacmimiz daralıyor. Bundan sonrasını öngörebilmek adına 2009 yılının ilk çeyrek döneminde yaşananlara mercek tutmak yararlı olabilir. 2008 yılı genelinde 320 milyar dolar seviyesine ulaşan dış ticaret hacmimizin, nasıl olup ta 2009 senesi genelinde 220 milyar dolara gerilediğini açıklayabilmek gerekiyor! 

Biliyoruz, sistemi oluşturan kurumsal yapıyı yönlendirenler bu aşamadan sonra gerçekçi olamaz! Olumsuzlukların geçici olduğunu varsaymaktan vazgeçemez! Sürdürülebilir olmayan eğilimlerin çekiciliğine kapılmadan tedbirli olmayı başarabilse idik, sonuç böyle olmayabilirdi!
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar