Bu da geçer, merak etmeyin...
Bugünlerde toplum olarak moralimiz biraz bozuk. Birkaç yıl, hatta birkaç ay öncesine göre sokaktaki, otobüsteki, metrodaki, kahvedeki insanların yüzü daha az gülüyor bilmem farkında mısınız? Yanından geçtiğim, bir araçta yan yana geldiğim, bir yerde otururken kulak misafiri olduğum insanların her gün daha fazlası birileriyle telefonda tartışıyor, kavga ediyor, bağırıyor...
Bu kadar dikkat çekici hale gelen bu duruma şimdiye kadar dikkat etmediyseniz bundan sonra bir bakın derim. Bu gerginliğin nedeni ise bence yaklaşan seçimler veya artan siyasi kutuplaşmadan çok, durgunlaşan piyasalar. Öyle büyüme hızından, makro dengelerden filan söz etmiyorum. Piyasadaki esnaftan, küçük ticaret erbabından, küçük sanayiciden ve diğer küçük girişimcilerin durumundan söz ediyorum.
Evet, toplumsal kutuplaşma yeni bir olgu değil. Bir yıl önce yerel seçimlere de benzer bir kutuplaşma ortamında girmiştik, ama toplumda bu denli büyük bir mutsuzluk ve gerginlik hissedilmiyordu. Bugünlerde nereye kulak misafiri olsanız konu aynı; alacağı geciken alacaklılar, borcunu ödeyemeyen borçlular, işi kötüye gidenler, umduğunu bulamayanlar, batanlar, bankadan kaçanlar, avukatlardan saklananlar, telefonunu açmayanlar, işyerini kapatanlar ve dahası...
Bir yıl öncesine kadar; kentsel dönüşümden, kapacağı 2B arsasından, mortgage kredisinden, daire sayısından, işini büyütmekten, arabasını değiştirmekten veya tatili hangi ülkede geçireceğinden söz eden insanlar, şimdi gelecek kaygısı içinde hızla karamsarlığa sürükleniyor.
Önceki gün sonuçları açıklanan iki ayrı araştırma da sokaktaki bu gözlemlerimi doğruluyor. Araştırmalardan ilki Prof. Dr. Ali Çarkoğlu liderliğinde Açık toplum Vakfı ve Koç Üniversitesi tarafından gerçekleştirilmiş. Araştırmanın sonucuna göre ekonominin kötüye gittiğini düşünenlerin oranı Eylül ayından bu yana yüzde 30'dan 43'e yükselmiş. Bu dramatik gelişme Metropoll Araştırma'nın yine önceki gün açıkladığı araştırmanın sonuçlarıyla da örtüşüyor. Metropoll'ün Türkiye'nin gidişatıyla ilgili sorduğu sorulara verilen yanıtlara göre toplumun yüzde 33'ü Türkiye'nin iyiye gittiğini, yüzde 53'ü ise kötüye gittiğini düşünüyor. Oysa aynı sorulara verilen yanıtlar Ağustos ayında yüzde 43-43'le eşit düzeydeydi. Ekonominin kötü yönetildiğini düşünenlerin oranının aynı dönem içinde yüzde 46'dan 57'ye yükselmesi de güvensizliğin giderek arttığını gösteriyor.
Evet, ekonomik durum pek parlak değil. İşler de daha iyiye gitmiyor. Ancak unutulmaması gereken bir şey var ki, o da ekonomik sistemin reel durumlara göre değil, algı ve beklentilere göre şekillenmesi. Yani mevcut durumun iyi olup olmadığından çok, bizim onu nasıl algıladığımız ve geleceğe yönelik tahminlerimiz önemli. Bu durumu kısaca “beklentilerimiz geleceğimizi şekillendirir” diye özetleyebiliriz. Ancak bu tespit, gerçeklikten kopuk olarak “iyi düşündüğümüzde iyi olacağı” anlamına da gelmez elbette.
Söylemek istediğim, ruh halimizin bektlentileri, beklentilerimizin de ruh halimizi şekillendirdiği. Zira ne bir yıl önce işler bizim bu kadar keyifli olmamızı gerektirecek kadar iyiydi, ne de şimdi aşırı kötümserliğe düşmemizi gerektirecek kadar kötü. Yaşadığımız, dış dünyadaki değişimden çok, bir algı değişimi ve güven kaybı aslında.
Geçtiğimiz Pazarlama Zirvesi'nin konuk konuşmacılarından nörobilimci bir doktor ve yönetici danışmanı Tara Swart, liderlik becerilerinin nasıl geliştirilebileceğini anlatırken söze her nörobilimci gibi beynin katmanlarını anlatarak girmişti. İçgüdülerimizin depolandığı kök beyin, duygularımızın oluştuğu limbik sistem ve en üstte de rasyonel aklımızın kaynağı korteks.
Dış dünyadan bize gelen bilgiler, her zaman önce kök beyinden ve duygusal kısımdan geçerek kortekse ulaşıyor. Her ne kadar rasyonel kararlar verdiğimize inansak da duygular kararlarımız ve davranışlarımız üstünde çok büyük bir ağırlığa sahip. İşte bu nedenle işlerimiz iyi gittiğinde müşterilerimiz artmaya başladığında, maddi olarak rahatladığımızda tutum ve davranışlarımız olumlu hale gelir. Bu durumda işimizle ilgili daha cesur kararlar verip yeni projelere girişebilir, işimizi büyütebiliriz. Çünkü duygularımızın pozitifliği resyonel aklımızın da başarıya dönük pozitif kararlar vermesini sağlar. Herkes böyle yaptığında ise; evet, verdiğimiz kararlar doğru çıkar, işler yolunda gider, büyürüz ve daha çok para kazanırız.
Ya tam tersi durumda? İşler biraz durgunlaştığında, müşterilerimiz biraz azaldığında? Bu sefer süreç yukarıda saydığımın tam tersi yönde çalışır, işler bozulur, küçülür ve para kaybederiz. Yani toplumsal ruh halimiz ekonomik durumumuzu belirler çünkü ekonomik sistem büyük ölçüde beklentiler üzerine kuruludur.
Burada bir iyi, bir de kötü tespitte bulunayım.
Önce iyisi. Eğer bu süreci fark edip kendimizi sıyırabilirsek; herkesin karamsarlığa düştüğü, ortadan çekildiği, ah vah ettiği bir sırada yeni fırsatları değerlendirebilir, yeni iş fikirleri geliştirebilir ve bunları uygulayabiliriz. Her kriz, her hata, her zorluk, yeni bir şeyler öğrenmek için de bir fırsattır.
Kötü haber ise şu: Ruh halimiz böylesine bir karamsarlığa düçar olduğunda, müşteriler azaldığında, günlük alacak verecek hesapları hayatımızın giderek daha büyük bir alanını kapladığında, bunu fark edip içinde bulunduğumuz ruh halinden sıyrılmamız neredeyse imkansızdır.
Sonuç olarak iyiliğin de kötülüğün de geçici olduğunu bilecek bir kültürden geliyoruz. Hiçbir şey dünyanın sonu değil. Toplum olarak ne krizler, ne durgunluklar atlattık. “Bu da geçer”, merak etmeyin.