Bu bir hava durumu değildir
Türkiye, iklim değişikliğinin etkilerini her geçen gün daha fazla hissetmeye başladı. Karadeniz’den Akdeniz’e, Anadolu’nun iç kesimlerinden Ege kıyılarına kadar ülkenin dört bir yanında değişen hava koşulları, iklim değişikliğinin çarpıcı gerçeklerini gözler önüne seriyor.
81 ilimizin 77’sinde hem ortalama sıcaklıklar hem de en yüksek sıcaklıklar artış gösteriyor. 79 ilde sıcak günlerin sayısında artış görülüyor. Bu, sıcak hava koşullarının Türkiye genelinde daha yaygın ve yoğun yaşandığını gösteriyor. 8 kıyı şehrinde, özellikle Akdeniz kıyılarındaki tropik gecelerde (gece sıcaklıklarının 20°C’nin altına düşmediği geceler) artış kaydediliyor.
Türkiye genelinde yağış miktarında tutarlı bir artış trendi gözlemlenmezken, Karadeniz Bölgesi’nde yer alan 10 ilde yağış miktarlarında artış olduğu belirtiliyor. Karadeniz Bölgesi’nde bulunan 17 ilde, şiddetli yağışların yaşandığı gün sayısında artış var. Söz konusu değişim, Karadeniz Bölgesi’nin şiddetli yağış olaylarına daha sık maruz kaldığını ve muhtemelen bu durumun yol açabileceği sel ve erozyon gibi risklerin arttığını gösteriyor.
Risk altındaki iller ve tehlikeler
Amasya, Tokat, Mersin, Kahramanmaraş, Kayseri, Muş ve Ağrı; Türkiye illerinin üçte birinden fazlası “çok yüksek” veya “yüksek” iklim riski altında.
İstanbul, Ankara, Kayseri ve Gaziantep çok yüksek sıcak hava dalgası riskine sahip. Mersin, sıcak hava dalgaları konusunda en riskli il. Mersin, Antalya, ve Muğla, yüksek orman yangını riskiyle öne çıkıyor. Yani, Türkiye’nin üçte biri “yüksek veya çok yüksek” orman yangını riski altında.
Giresun, Trabzon, ve Rize, “yüksek” veya “çok yüksek” sel riski altında. Türkiye illerinin %40’ı sel karşısında “yüksek” veya “çok yüksek” zarar görebilirlik seviyesinde. Şırnak, Şanlıurfa, Diyarbakır ve Mardin, sıcak hava dalgalarına karşı “yüksek zarar görebilirlik” düzeyine sahip. Bu, tarımda çöküş, yüksek yoksulluk, işsizlik riski anlamına geliyor. 81 ilin 30’u, yüksek veya çok yüksek kuraklık riski altında. Bu durum tarımsal üretimi ve dolayısıyla gıda güvenliğimizi tehlikeye atıyor.
Orman yangınları ve sellerse hem milli mirasımız olan doğayı riske atıyor hem de insanlarımızın can güvenliğini kritik ölçüde etkiliyor. Tüm bu veriler iklim değişikliğinin sadece çevresel bir mesele olarak yaklaşılamayacağını, tüm bunlarda öte yerel ve ulusal düzeyde bir sorun olarak toplumsal meselelerin tam ortasında durduğunun açık göstergeleri…
İklim değişikliği yerel seçimin ana gündem maddesi olmalı
Yerel yönetimler, iklim değişikliğiyle mücadelede cephedeki ilk siper. İstanbul’dan Şanlıurfa’ya kadar birçok kentimiz, sıcak hava dalgaları ve bunun sonucu olarak artan sıcaklık stresine maruz kalıyor.
Onlarca şehrimiz ise insan sağlığını doğrudan etkileyen hava kirliliğinin pençesinde… Ulusal yönetimlerin perspektifinden bakıldığında ise durum daha da vahim. İklim değişikliği, sadece ekosistemlerimizi ve biyoçeşitliliğimizi tehdit etmekle kalmıyor, aynı zamanda ekonomimizi, gıda güvenliğimizi ve hatta ulusal güvenliğimizi de doğrudan etkiliyor.
Bu mücadelede planlanması gereken bütçeler, politikalar ve yatırımlar, hala geleneksel yönetim anlayışının gölgesinde kalıyor. İklim değişikliği, artık her yerel seçimin, her ulusal seçimin ana gündem maddesi olmalı. Çünkü bu, sadece gelecek nesiller için değil, bugün yaşayan her birey için bir hayatta kalma meselesi. Bu çerçevede, yerel ve ulusal düzeyde iklim değişikliğiyle mücadeleye ayrılan bütçenin genel bütçeye oranı ne kadar gerçekçi?
Acil durum müdahale planları, yeşil enerjiye geçiş inisiyatifleri ve sürdürülebilir kalkınma amaçları gerçekten öncelik mi, yoksa sadece kâğıt üzerinde kalan iyi niyetli vaatler mi? Veya artan sıcaklıklar, kuraklık ve aşırı yağışlar, ciddi bir milli güvenlik sorunu yerine bir hava durum raporu olarak mı görülüyor?