BRICS ve Türkiye
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Çin ziyaretinde gündeme gelen “Türkiye’nin BRICS’e üyeliği” iki ülke arasındaki temel konuları safdışı bırakan bir etki yaptı. Fidan, bu haftabaşı, BRICS Dışişleri Bakanları Toplantısında BRICS+ oturumuna katıldı.
BRICS, ekonomik açıdan yüksek büyüme potansiyeline sahip olan ülkeler arasında etkileşimi güçlendirmeyi hedefliyor. Diğer taraftan Dünya Bankası, IMF gibi kurumlarının dayattığı kurallara ve bu kurumlardaki yetersiz temsile karşı da bir tepki veriyor. Ayrıca çok kutuplu bir adil düzen üzerine yeni bir söylem geliştiriyor.
BRICS’in kurumsal bir yapısı yok
BRICS henüz kurumsallaşmadı, faaliyetlerini tanımlayan bir tüzüğü yok. Bu nedenle uluslararası bir kuruluş olarak adlandırılması zor. Dolayısıyla BRICS için "platform ya da grup" kelimelerinden birini kullanmak daha doğru. Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan ana çatıya, Mısır, Etiyopya, İran, Suudi Arabistan ve BAE dahil oldu. Davet almasına rağmen Arjantin resmi bir katılım yapmadı.
Yeni katılımlarla küresel GSYİH'nın yaklaşık yüzde 37'si ve küresel petrol üretiminin yüzde 43'ü birbirine bağlanmış oldu. 2007 yılında satın alma gücü paritesi bakımından milli hasılalar karşılaştırıldığında G7 ülkeleri dünya genelinin yüzde 34.7’sini karşılarken; BRICS üyeleri ancak yüzde 23.4’ünü karşılayabiliyordu. Bugün BRICS, G7’yi geride bıraktı. Platforma yeni katılacakları düşündüğümüzde gelecekte BRICS etkisi çok daha fazla olacak.
Platform, genişleme isteğiyle, dünyanın en gelişmiş ekonomileri karşısında ağırlığını artırmayı amaçlayan bir gruplaşma yaratabilir. Bunun yanında Platform, küresel sistemde daha dengeli bir dünya düzeni yaratmaya yönelik bir hamle olarak da anlaşılabilir. Ancak ne kadar çok üye o kadar çok farklı çıkar, farklı çıkarlar ise fikir birliğine varmanın önünde engel demek. Hali hazırda BRICS+ ülkeleri arasında önemli derecede görüş, yaklaşım ve rejim farklılıkları bulunmasa da Platform genişledikçe kararların daha karmaşık hale gelmesi kaçınılmaz.
Türkiye neden istekli?
BRICS’in gelişmekte olan ekonomiler ile karşılıklı yarar sağlanabilecek ilişkiler kurmak ve geliştirmek isteği Türkiye açısından karşılık bulmuş gözüküyor. Jeoekonomik ağırlık merkezinin Asya-Pasifik’e kaydığı bu dönemde Türkiye’nin BRICS’e ilgisi ekonomik işbirliği olanağını artırma, yeni uluslararası finansal kuruluşlara entegre olabilme, bir yandan da ekonomik ve siyasi alternatifler yaratma isteğinden kaynaklanıyor. Bunların yanında Türkiye, gelecekte küresel ekonomide köklü değişimler meydana gelmesi durumunda BRICS’e üye olamayabileceğini düşünerek olası bir daveti avantaja dönüştürmek isteyebilir. Yaşadığımız AB örneğini unutmamak lazım. Kaldı ki, küresel sistemde çok boyutlu bir diplomasi daha önemli hale geldi.
Bugüne kadar hiçbir NATO, AB veya OECD ülkesi BRICS'e katılmadı. Bu durum Türkiye’nin BRICS’e üyeliğini yine yeniden eksen kayması tartışmalarının içerisine çekecek. Bu eleştiriler alıştığımız üzere Batı merkezli olacak. Ancak BRICS’in yapısına bakıldığında muadili NATO ya da AB değil. Platform’un kurumsal bir yapısının olmaması, OECD’den de şimdilik ayrışmasını sağlıyor. BRICS, Batı çıkarlarına da doğrudan bir tehdit teşkil etmiyor. Keza Brezilya ve Hindistan gibi ülkeler Batı’ya Çin ve Rusya’dan daha yakın.
Her iki taraftan bakıldığında, Türkiye’nin BRICS’e dahil edilmesinin önünde bir engel yok. Türkiye’nin bulunduğu coğrafya mal ve enerjinin taşıma koridorlarının üzerinde. Türkiye bu açıdan merkez. Siyasi ve askerî açıdan değerimiz ise Batı ve Doğu dünyasının her ikisine yönelik politika yapmamızı imkân veriyor.
Sonuç mu? Türkiye, Doğu-Batı arasında yarattığı denge siyasetini devam ettirerek, kendi yolunu kendisi bulacaktır.