Brexit’ten çıkarılacak dersler
İngiltere’de Brexit’in referandumla kabul edilmesinden sonra İngiliz Poundu yüzde 18’e yakın bir değer kaybetmiş durumda. Her ne kadar geçen cuma günü “şişman parmak” tabir edilen bir yanlış işlem sonucu poundun anormal bir satış yediği tezi ortaya atılmış olsa da kısa bir düzeltme sonrası bu hafta satışların devam etmesi, bu durumun şişman parmaktan çok, yatırımcıların İngiltere ekonomisinin geleceği ile ilgili artan karamsarlıklarından kaynaklandığı söylenebilir.
Brexit olayı başlı başına bir felaket zaten. Son dönemde daha da artan karamsarlığın sebebi ise Başbakan Theresa May’in ekonomiden ne kadar bihaber olduğunu ortaya koyan açıklamaları. May geçenlerde Brexit’i geri dönüşümsüz olarak başlatacak olan “Madde 50” sürecini en geç 2017 Mart’ında (hem de parlamento onayı almadan) uygulamaya koyacağını ve AB’den çıkışın “sert” (hard) bir şekilde olacağını açıklamıştı. (Burada “sert” deyimi daha çok diğer AB ülkesi vatandaşlarının İngiltere’de serbest dolaşım ve çalışma haklarının kısıtlanmasını ifade etmekte.) Ancak sert bir çıkış hiç şüphesiz İngiltere’nin AB ile olan ticaret anlaşmalarında da kısıtlamalar olması anlamına gelecek. Bu ihracatının yüzde 50’sini AB ile gerçekleştiren İngiltere ekonomisi için tam bir felaket olur. Ayrıca şu anda üçüncü ülkelerle ticaretini AB’nin ticari anlaşmaları üzerinden götüren İngiltere’nin diğer ülkelerle birebir ticaret anlaşması yapması yıllar sürer. (Buna biz de dahiliz tabii.)
İngiltere’deki gelişmeler dünyada ve özellikle gelişmiş dünyada, siyasetin korumacılık ve milliyetçilik sosuna bulanmış bir şekilde aşırı sağ ve popülizme doğru kaymakta olduğu gerçeğini bir kez daha teyit ediyor. Son 30 senede ekonomik liberalizasyon ve küreselleşme ile birlikte işlerini kaybeden ve gelirleri düşen gelişmiş ülke orta sınıflarına bu durumu telafi edici hiçbir imkan sunulmadı. (İsteyenler bu durumu net bir şekilde ortaya koyan Branko Milanovic’in “Fil Grafiği”ni google’layabilirler.) Aksine iktidara gelen sağ partiler zengin kesimlerin vergi oranlarını düşürürken, orta ve fakir kesimlere yönelik gelir transferi ve sosyal yardım programlarını da iyice kıstılar. İşin ilginç tarafı ise bugün aynı sağ partilerin ve liderlerinin kendilerini bir kurtarıcı gibi pazarlaması. (Trump bu durumun en ekstrem örneği.) Bu durumda zaman içinde merkez sol partilerin iyice sağa kaymaları ile seçmenlerde hayal kırıklığı yaratmış olmalarının da önemli bir payı var. (Tony Blair gelişmiş dünyada belki de sola ilk büyük ihaneti yapan siyasetçiydi. İngiltere’de İşçi Partisi’ni tamamen sağ bir çizgiye kaydırarak bu partinin tabanında ciddi bir kırılma yarattı. Bugünlerde İşçi Partisi Jeremy Corbyn ile yeniden köklerine dönmeye çalışıyor.)
Brexit’ten çıkarılacak bir ders de Rodrik’in siyaset üçlemi (trilemma) kavramının geçerliliğini koruduğunu göstermesi herhalde. Dani Rodrik bundan 10 yıl kadar önce bir siyasi üçlem kavramı ortaya atmıştı. Buna göre günümüzün küresel Dünyasında ülkeler ulus devlet, uluslararası ekonomik entegrasyon ve demokratik siyaset niteliklerinin üçünü bir arada götüremezler, nihayetinde birinden feragat etmek zorundalar. İngiltere bugün böyle bir ayrıma gelmiş bulunuyor. Theresa May “biz kendi parlamentomuzu ve mahkemelerimizi es geçen siyaset- üstü kurumlardan oluşan bir birliğin parçası olmayacağız, tamamen bağımsız, özerk bir ülke olacağız” demiş. O zaman, demek ki, May ekonomik entegrasyondan kopma pahasına ulus devlet ve demokrasi niteliklerini korumayı tercih ediyor. Ancak, halihazırda zaten derin bir uluslararası ekonomik ve finansal entegrasyon içerisinde olan İngiltere gibi bir ülkenin bunu yapması bence imkansıza yakın bir şey.
Olaya bir de ekonomik konjonktür açısından bakmak lazım. İngiltere milli gelirinin yüzde 5’i civarında bir cari açık vermekte. Bugüne kadar finansal girişler bu açığı kapatmakta fazlasıyla yeterli oldu. Ancak, bugünden sonra İngiltere ekonomisine güven sarsıldığı için, nette girişler değil, çıkışlar söz konusu olacak. (Zaten pound da bu nedenle değer kaybediyor.) Öte yandan dış ticaret açığının dengelenebilmesi için ise pound’un çok daha fazla değer kaybetmesi gerekiyor. Ancak bu da ülkenin ciddi şekilde fakirleşmesi anlamına gelmekte. Bu durumu önlemek için de İngiltere Merkez Bankası bir noktada faizleri artırmak zorunda kalabilir. Ancak, zaten zayıf giden ekonomide bu BOE’nin isteyeceği en son şey. İngiliz siyasetçiler ve Brexit taraftarları bu gerçekleri anladıklarında yelkeni hemen suya indireceklerdir. Ya bu Brexit aptallığından tamamen vazgeçecekler, ya da olayı iyice soft’laştıracaklar, öyle ki sonuçta İngiltere bugün zaten AB içinde ayrıcalıklı olan konumunu korumaya devam edecek.