Böyle normalleşemezsin #Türkiye
Bir yıldır yazı yazarken aynı duyguyla yazıyorum bu köşede. Bu kadar insan ölürken pazarlamadan söz edilir mi? Veya insanların ölümünün bu kadar rutin hale geldiği bir ülkede bir pazarlama sorunu üzerine bu kadar kafa yorup sayfalarca yazabilir miyiz?
Birileri çıkıp “Hayat devam ediyor, ölenle ölünmez, biz kendi işimize bakalım” diyebilir elbette. Ölenle ölünmeyeceğini ben de biliyorum. İnsanlar çok yakınlarını, sevdiklerini kaybedebilirler, yaslarını tutarlar ve -insanın özelliği gereği- bir süre sonra normal hayatlarına dönerler. Bu doğal kabul edebileceğimiz ölümlerde, kayıplarda böyledir.
Ancak bir ülkede, bir bölgede, bir şehirde insanların “doğal olmayan yollarla” hayatını kaybetmesi, giderek sıradanlaşmaya başlamışsa orada bir sorun var demektir. Zira hayatın kendisi normallikten uzaklaşmaya başlamışsa orada “normal hayata dönmekten” pek söz edilemez. Hayatın normal akışında olmadığı bir yerde ise ticaretten, sanayiden, reklamdan pazarlamadan söz etmek pek de normal olmaz.
Öğrencilere haberciliği anlatırken “Hayatın normal akışına aykırı olma” durumundan söz ederiz ve hemen arkasından şunu ekleriz: Hayatın normal akışı derken “olması gerekenlerden” söz ediyoruz, anormal durumların normalleşmesi aman sizi yanıltmasın!
Çevremizde ne kadar çoğalırsa çoğalsın, insanlar için ne kadar sıradanlaşırsa sıradanlaşsın olması gerekene aykırı durum, yine olması gerekene aykırıdır. Bir ülkede yolsuzluk, rüşvet gibi olaylar geniş kitlelerce normal kabul edilebilir, ama bu olaylar yine de hayatın normal akışına, yani “olması gerekene” aykırıdır. Bir ülkede insan haklarının çiğnenmesi, işkencenin sıradanlaşması asla “hayatın normal akışına uygun” kabul edilemez. Tıpkı hukukun, demokrasinin askıya alınması gibi.
Çünkü normal olanın veya olması gerekenin ölçütü, bir şeyden ne kadar çok olduğu veya ne kadar çok taraftar bulduğu değil, insan aklı ve vicdanının kabullenip kabullenmemesidir. Aksi takdirde insanlık, hak ve özgürlükler açısından olduğu yerde sayar, orta çağın engisizyon ve işkence düzeni hala hayatın normal bir parçası olarak kabul edilirdi.
Evet, çevremizde hala orta çağın işkence ve engizisyon düzenini savunan, hatta bunları uygulayan birileri var. Ama çoğunluk, bunun normal olmadığının farkında.
Şimdi de birileri, insanların bombalarla, baskınlarla öldürülmesinin normal olduğunu, bunların hayatın doğal akışı içinde yaşandığını, olayları normal karşılamamız gerektiğini söylüyor. Ama biliyoruz ki, bu da hayatın normal akışı değil. Evet, insanların ölmesi, doğması kadar doğal, ama insan eliyle yaratılmış patlamalarda, baskınlarda, saldırılarda, savaşlarda değil.
42 insanın can verdiği 41'i yoğun bakımda 260 kişinin yaralandığı bir saldırının ardından sekiz saat içinde bir uluslararası havalimanında herşeyin temizlenmesi, kırılan bütün camların takılması, seferlerin hiçbir şey olmamış gibi devam etmesi inanın ki normal değil. Hayatı normal akışına döndürmek, bu hiç değil...
Eğer bütün bu olan biteni normal kabul edersek, artık normal bir hayatımız yok demektir. Normal olan böyle bir olaydan sonra hayatın durmasıdır, insanların olan bitene bakıp acı duyması, yas tutması, olan bitenin nedenini tartışmasıdır. Bir kaç saat öncesinde insan parçalarının saçıldığı parlak döşemelere basıp check-in kuyruğuna girmesi değil.
Evet, eğer bütün bu olan biteni normal kabul edersek, artık normal bir hayatımız yok demektir. Eğer normal bir hayatımız yoksa orada ticareti, üretimi, milli geliri, pazarlamayı konuşamayız. Eğer bunları konuşacaksak, hayatımızı gerçekten normale döndürmemiz gerekir. Bunun için de olan bitene, patlamalara, insan ölümlerine alışmamalıyız. Alışırsak mantığımız da vicdanımız da ölür. Mantığın ve vicdanın öldüğü yerde de hayatı bir daha asla normal akışına döndüremeyiz. Bunun nasıl bir şey olduğunu görmek isterseniz Irak'a, Suriye'ye, Afganistan'a Libya'ya bir bakın. Bize de aynısını yapmaya çalışıyorlar ve neredeyse başaracaklar...