Böyle bir ülkeyi yönetmek bu kadar zor mu?
ZAGREB
Nüfusu birkaç milyonu geçmeyen, “şirin” ülkeleri görüp, cüssesiyle bağdaşmayacak devasa sorunlarla boğuştuklarını öğrenince, “Bu kadarcık bir ülkeyi yönetmek bu kadar da zor mu?” diye hayret ettiğiniz olmuştur muhakkak.
Hepi topu İstanbul’un dörtte biri nüfusu vardır. “Biblo gibi” memlekettir. Doğası güzeldir. İnsanı medenidir. Hayat standartları bize göre genelde yüksektir. Ama iktidarın tepelerine baktığınızda görünen tablo aşağı yukarı hep aynıdır: Siyasi istikrarsızlık, bitmeyen kayıkçı kavgaları, akla ziyan çekişmeler…
Hırvatistan bunun maalesef “parlak” örneklerinden biri.
Toplam oyu yüzde 50’yi bulmayan iki partinin (yüzde 33.4’lük muhafazakar HDZ- Hırvatistan Demokrat Partisi ile yüzde 13.5’lik liberal MOST) zoraki nikahı ile geçen yılın sonbaharında kurulan koalisyon yine çatırdıyor… Bir yıl içinde ülkede üçüncü kez erken seçimlere gidilme ihtimali ufukta.
4,2 milyonluk, “çiçeği burnunda” AB ülkesi Hırvatistan’da koalisyonun küçük ortağına mensup dört bakan, büyük ortağa kritik bir oylamada destek vermeyince kılıçlar çekildi. Başbakan Plenkoviç ortağının bakanlarına kapıyı gösterdi. Ülke şu an içişleri, adalet, enerji ve çevre bakansız…
Ya “bir şekilde” anlaşmazlıklar yine halının altına süpürülecek, ya da bu yıl bir erken parlamento (Sabor) seçimi daha yapılacak. Parlamenter sistemin sembolik ve “güzel” başkanı Bayan Kolinda Grabar-Kitarović ise çaresiz, beyhude arabuluculuk çabalarıyla uğraşıp duruyor...
Partisinin başına yeni geçen, başbakanlık koltuğuna ısınmaya çalışan Plenkoviç, hamle yapmadan önce ay sonundan yapılacak yerel seçimlerin sonucunu beklemeye karar verdi. Partisinin oyu artar da eli güçlenirse, yeni koalisyon ortaklığı için pazarlıklara daha güçlü oturma hesabında. Evdeki hesap çarşıya uyar mı, muamma.
Güzelim Dalmaçya kıyıları, turist cenneti Dubrovnik, bir de belki son dönemde G. Saray’ın çuvallayan teknik direktörü İgor Tudor dışında pek ilgi alanında olmayan Hırvatistan’ın iç politik dengelerine dair ukalalık yapacak değilim. Bunun pek alıcısı da bulunmaz zaten.
Ama beni düşündüren, “cennet gibi” tanımına kelimenin gerçek manasıyla uyan, nüfusu tam İzmir’e eşit bir ülkenin, “kötü yönetim” sarmalından bir türlü çıkamaması… “İtalyavri” kısa ömrülü hükümetler anaforuna sürüklenmesi. Daha da kötüsü, bu açmazdan çıkacağına dair fazla umut ışığı da olmaması…
Üstelik Yugoslav iç savaşının kötü anıları hariç, ne içeride ne dışarıda kimseyle etnik temelde ciddi meselesi yokken, yüzde 90 Hırvat nüfusla son derece homojen bir milli devlet yapısı varken, turizm gelirleri rekor üstüne rekor kırarken, ekonomi artıya geçmişken…
"4,1 milyon nüfuslu şirin bir ülke, ne güzel” deyip geçemiyorsunuz işte. Ülkelerin büyüklüğü, sorunların büyüklüğü ile doğru orantılı olmuyor.
Kötü yönetilen Hırvatistan’da ekonomik göstergeler AB içinde en son sıralara işaret ediyor. Marko ekonomik hedefler tutturulamadığı için pek çok AB fonundan yararlanılamıyor. Son bir yılda ekonomide turizmin hatırına "iyiye gidiş” sinyalleri var ama yapısal sorunlar çözülmedikçe Hırvatistan’a huzur yok.
Ama işin teselli veren tarafı, sokağa çıktığınızda siyasetin kayıkçı kavgalarının halkın artık çok da umurunda olmadığını, herkesin kendi ehlikeyf Akdeniz hayatını ağır aksak da olsa yaşadığını görmek. Ve standart bir yaşam için halkın “asgari olana” sahip olması...
Bu haliyle Hırvatistan, direksiyonu ehliyetsiz birinin elinde tam gaz giden bri arabadan çok, makinistleri kavga ederken kendi rayında usul usul giden kara trene benziyor.