Böyle bir anayasa ne istikrar ne de huzur ve güven getirmez
Türkiye, tarihinin en köklü değişiklikler öngören anayasa değişikliğini, şimdiye değin görülmemiş ölçüde ön hazırlıksız, ön tartışmasız, alelacele yapmaya çalışıyor. Üstelik olağanüstü hal (OHAL) koşulları altında.
Böylesine toplumca yeterince sindirilmeden yapılacak bir anayasa değişikliğinin toplumu birleştirici bir rol oynaması mümkün değil. Üstelik tasarlanan anayasa değişikliğinin bir “rejim değişikliği sayılacak ölçüde köklü olması, bu girişimin risklerini iyice artırıyor.
Getirilmek istenen sistemde yürütme yetkisi tek başına cumhurbaşkanında toplanıyor. Başbakan ve bakanlar kurulunun yetkileri artık tek bir kişinin eline geçiyor. Cumhurbaşkanı, istediği anda tek başına karar vererek bakanlıklar kurma veya kaldırma, kamu kurumları oluşturma veya kaldırma, böylece devlet idari yapısını değiştirme, il müdürlüklerine kadar tüm yönetici kadroları tek başına atama ve görevden alma yetkisine sahip.
Cumhurbaşkanına verilen kararname çıkarma yetkisi, neredeyse Meclis’in yasama yetkisiyle yarış edecek nitelikte. Kararname çıkarma yetkisinin kapsamı, cumhurbaşkanını adeta ikincil bir yasama organı haline getiriyor.
Bu kadar yetki temerküzü yetmiyormuş gibi cumhurbaşkanına yasama ve yargıyı kontrolü altında tutabilecek imkanlar sağlanıyor. Buna karşın yasama ve yargının yürütmeyi denetleme, dengeleme imkanı fiilen ortadan kaldırılıyor.
Yeni sistemde Meclis’in güven oylaması ve gensoru yolu ile yürütmeyi denetleme yetkisi elinden alınıyor. Duvarında “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin eskisine göre kısıtlanmış bir şekilde yasa çıkarma dışında, egemenlik ve idareyi etkileme imkanı kalmıyor. Buna karşın cumhurbaşkanına Meclis’i feshederek seçime gitme kararı alma yetkisi veriliyor. Meclis cumhurbaşkanı ve yürütme karşısında güçsüzleşirken, cumhurbaşkanı Meclis’i feshe kadar uzanan yetkiye sahip oluyor.
Cumhurbaşkanına parti başkanı olma imkanı sağlayan düzenleme ile cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinin aynı tarihte yapılması şartı bir arada ele alındığında, cumhurbaşkanı kendi partisindeki milletvekillerini belirleme ve kontrol gücüne sahip oluyor. Mevcut seçim sistemi ve siyasi partiler yasası ile bu durum birleşince, Meclis’in cumhurbaşkanı ve bakanlar hakkında yargılanma kararı alma yetkisini de fiilen kağıt üzerinde bırakıyor.
Getirilmek istenen düzende yargı da yürütmenin kontrol ve baskısına iyice açık hale getiriliyor. Yargı sisteminin en tepesinde yer alan Hakimler ve Savcılar Kurulu’nda Adalet Bakanı Başkan ve müsteşarı doğal üye konumunda. 13 üyenin 4’ü de doğrudan cumhurbaşkanı tarafından atanacak. Meclis tarafından seçilecek olan kalan 7 üyenin sadece bir tanesinin bile cumhurbaşkanının partisinin istediği aday olması halinde cumhurbaşkanı Hakimler Savcılar Kurulu’nun çoğunluğunu tayin etme imkanına sahip olabiliyor.
Anayasa değişikliği, yürütmenin yargı ve yasamayı kontrol altında tutabildiği, buna karşın yürütmeyi dengeleyecek ve denetleyecek bir gücün, mekanizmanın olmadığı bir sistem kuruyor.
Getirilmek istenen sistem kuvvetler ayrılığı sistemini, askeri darbe dönemleriyle kıyaslanacak ölçüde ortadan kaldırıyor.
Böylesine denetimsiz ve dengesiz bir güç merkezileşmesi, üstelik bunun tek bir kişide toplanması toplum için de, ekonomi için de sağlıklı sonuçlar doğuramaz. Böyle bir yapıda demokrasi ve özgürlüklerin yaşama şansı da olmaz.
Ülkenin, ekonominin, toplumun geleceği açısından hayati tehlikeler taşıyan bu girişimin “hayır”lı bir sonuçla bitmesi için elinden geleni yapmak toplumun tüm kesimleri için bir görev.