Borcun çoksa tetikte olacaksın
Sanırım toplumsal zihniyet kodlarımızın damdan düşmedikçe bazı gerçekleri anlayamamak gibi bir özelliği var. Yoksa benim hatırladığım ta 2005’ten, yani küresel finans krizi öncesinden beri başta kamu yönetimi olmak üzere hepimizin “ bir numaralı sorun” sayıp farkında olduğumuz kronik cari açığı azaltacak hiçbir köklü önlem geliştiremediğimiz, aksine borçlanma ve ithalat çekişli büyüme modeli içinde onu alabildiğine büyüttüğümüz halde, üstelik beş yıldan beri küresel sermayenin giderek pahalılaşacağı ve kıtlaşacağı alenileşmişken, bir yerde tıkanacağımızı biliyor olmalıydık. Ayrıca bu köşe de dahil pek çok kişi bunu hatırlatıp duruyordu. Muhtemelen darbenin böyle aniden ve böyle yüksek bir kur patlamasıyla gelişiydi şaşırtıcı olan.
Oysa dış kaynağa bu kadar bağımlı bir ekonomide ve borçlandığımız batı sistemi’nin bütün uzmanlık kurumlarının değerlendirmelerine göre bulunduğumuz kabul edilen en yüksek kırılganlık düzeyinde, yeterince temkinli olmadığımız herhangi bir zamanda parlayacak bir kıvılcımın, diğer koşullar da olumsuzsa, nereye varacağını kestirmek zor olurdu. İlginçtir ki döviz piyasalarında tırmanışa yol açan kıvılcım ekonomi dışı bir alandan, bir tutuklama kararının ABD ile aramızda doğurduğu gerginlikten geldi. Aslında bunu, çıpaları zayıflamış bir ekonomide sadece batı sisteminin lideri ile değil, aynı zamanda ülkede en fazla portföy yatırımı yapan kaynak ile gerginleşmenin yatırımcı güvenini olumsuz etkilemesi olarak okumak da mümkün.
Krizden çıkışın dayattıkları
Döviz krizini sonlandırmak, ekonomimizin iki özelliği nedeniyle zorluk taşıyor. Birincisi döviz kurunun volatilitesinin yüksek, yani iniş çıkışların sık ve dalga boyunun uzun olması. Kurun belirsizliği ve özellikle sık yükseliş eğilimi portföy yatırımcıları için caydırıcı. Yüksek kur, doğrudan yatırım sermayesi için avantajlı olsa da bu ancak volatilitenin sona ermesi ve genel yatırım ortamının uygunluğu halinde geçerli. İkincisi de uzunca bir süredir ABD Doları'nın, bütün işlevleriyle, ülkemizde olağan bir para olarak kullanılmakta olması; yani düpedüz iki paralı oluşumuz. Bunlara, yükselen ülkeler liginde milli gelire oranla cari açığı ve toplam dış borçları en yüksek, döviz rezervleri de Arjantin’den sonra en düşük düzeydeki ülke oluşumuz da eklenirse
işimizin ne kadar zor olduğu ortada. Bu nedenle gerçekçi davranma zamanı. Gelişmeleri spekülatif atak diyerek hafifsemek yerine sonuç alıcı hatta şok etkisi yapacak tedbirler üzerine odaklanmak gerekli. Bu arada yakında açıklanacak Orta Vadeli Program’da köklü yörünge değişikliklerine yer verilmesi yararlı olacaktır.
Kısa vadede en önemli sorun yaklaşık yıllık 240 milyar dolar dış borcun çevrilmesi. Üstelik yükselen ülkelerden net sermaye çıkışının başladığı ve cari açık için bizim gibi ülkelerde döviz rezervlerinin eritildiği bir zamanda. Bizde MB net döviz rezervlerinin 30 milyar doların altına düştüğü de unutulmamalı. Bankacılık kesiminin hızlı davranıp geçen yıl %37 büyüyen kredi hacmi artışını neredeyse sıfır düzeyine indirmesi ve kredilerin mevduata oranını %115’e indirdiği dikkate alınırsa asıl riskin reel kesimin dış borçlarında olduğu açık. Geçen yılın karının birkaç katını bu yıl kur zararı yazan şirketlerin bunu kapatacak bir katma değer üretimi olmadığı belli.Bu bakımdan kısa vadeli önlemler bağlamında bu borçların yeniden yapılandırılması için bir çerçeve düşünülmesi gerek. Firmaların zarar görmesinin aynı zamanda istihdama ve halka yansıyacağı unutulmamalı.Yine hızla gündeme alınması gereken bir konu da cari açığı küçültmek için büyümenin kontrollü bir şekilde yavaşlatılması ve mali disipline dönüş. Hiç kolay görünmese de IMF kanalıyla veya başka şekillerde mali yardım almadan krizi atlatmak için, ilk adımda alınan ve başarılı olan likidite önlemlerine güveni artıracak ve sözgelişi MB’nin hareket yeteneğini gösterecek faiz vb. kararların, uluslararası kurumların verilen dövizli hazine garantileri nedeniyle bütçe üzerindeki yükünü dikkatle izlediği kamu özel işbirliği projelerinin sınırlanmasının, kamu harcamalarında saydamlık ve tasarruf önlemlerinin de eklenmesi zorunlu.
Uzun vadede neyin yapılması gerektiği ise belli zaten: Borçlanma, ithalat ve tüketim çekişli mevcut büyüme modelinden üretim, ihracat ve tasarruf itişli bir modele geçmek, reel kesimi bu yönde dönüştürmek, bu arada doğrudan dış yatırımı cezbedecek, iç dinamikleri, insan kaynağını, yaratıcılığı geliştirecek bir ekosistem oluşturmak.
Küresel asimetri kriz potansiyeli
Öte yandan, küresel krizden bu yana 10 yıl geçmesine rağmen sistemin mimarisinin hala tamamlanamaması da küresel ekonomideki olağan dışı borç yığılmasından kaynaklanıyor. Hem şirket karları, hem de başta ücret olmak üzere diğer faktör gelirleri gerilerken ekonomik faaliyetler borçlanma ile sürdürüldüğü için küresel finansal sistemin büyüklüğü reel ekonominin, yani dünya toplam gelirinin iki buçuk katına varmış durumda. Hayatımızı kolaylaştıran bilgi ve iletişim teknolojileri, henüz bu asimetriyi düzeltecek verimlilik artışları sağlamış değil. Dolayısıyla dünyada da bir kriz potansiyeli birikmiş durumda. İlk çatlakların bizim gibi kırılganlığı yüksek orta gelirli ülkelerde ortaya çıkması sürpriz değil. Bu nedenle sadece ekonomik göstergelerdeki kırılganlıklarımızı değil, onların da temelindeki yapısal ve kurumsal zafiyetlerimizi onarmamız hayati bir önem kazanıyor.
Yineliyelim, bunu yaparken de gerçekçi olmalıyız. “ABD’nin de dış borcu var” demek yanlış, çünkü o hem çok güçlü bir ekonomi, hem de kendi parasıyla borçlanıyor. Dış borç toplamının %60'ı aşmayışına da güvenmemeli; Endonezya 1998’de tam da bu düzeyde iken krize girdi. Seçim bizim; ya Malezya ve G. Kore gibi gerçekçi bir yönetim ile krizden çıkacağız ya da Arjantin gibi işi oluruna bırakıp sert inişi izleyeceğiz.