Borçlanma yetmez, stratejik tasarım şart

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Küresel kriz dipten dönmüş, hatta toparlanma 2009 bitmeden hızlanacak bile olsa, Türkiye'nin zaten var olan ve kriz ile yönetimi daha da karmaşıklaşan sorunlarını aşması kendi yol haritasını gecikmeden çizmesine ve hata payını azaltmasına bağlı. 7 Temmuz ve 21 Temmuz tarihlerindeki yazılarımızda ayrıntılarına girdiğimiz gibi bunun için reformların hızlandırılarak yapısal ayakbağlarının çözülmesi ve daha sağlıklı ve çevik bir rekabetçi bünyenin hedeflenmesinden başka yol yok gibi. Ne var ki bu zorlu uğraşa hazırlık için son mola olarak değerlendirilebilecek olan yazın sonu yaklaşırken önceliğin bir kez daha mevcut yapı içinde kısa vadeli nakit ve konjonktür politikalarına dönmeye zorlandığı hissediliyor.

Değerli TL, düşük faiz

Son günlerde belirginleşen iki önemli gelişme var: Bir yandan ortada alışılmış nedenler yokken TL değerleniyor, diğer yandan normal şartlar altında bununla çelişkili ama şimdi makul görünen nedenlerle düşük faizlerin daha uzun bir süre devam edebileceği açıklanıyor. Her iki gelişmenin de kamu finansmanını ve küresel kısıtlara rağmen kısa vadeli sermaye hareketlerini kolaylaştırıcı özelliği var, ancak üretim ve yatırım (dolayısıyla istihdam) üzerindeki etkileri de, güveni pekiştirme ve talebi canlandırma özelliği de tartışmalı.

Üstelik TL'nin değerlenmesi, durgunluk ortamında üretim ve istihdam maliyetlerini artırma ve rekabet gücünü azaltma yönünde etki yapacaktır. Bu durum, son aylarda sıkça vurguladığımız gibi büyüme trendinin yeniden başlaması için en gerçekçi kaynak olan doğrudan yatırımlar bakımından da caydırıcı olacaktır. Kaldı ki döviz kurunda istikrarın bozulması ve dalgalanmanın başlaması da kendi başına yatırımcı kararlarını olumsuz etkileyen bir faktördür.

Riskler ve borçlanmanın sınırları

Buna karşılık kamu yönetiminin mali disiplin perspektifine bağlılığını sürekli vurgulaması, risklerin farkında olunduğunu gösteriyor. Ancak gerek bütçe politikasının ve orta vadeli perspektifin netleşmemesi, gerekse daha da önemlisi ileriye dönük stratejilerin kararlaştırılmaması, şekillenmesi yakınlaşan yeni dünya düzeninde Türkiye'nin avantajlı bir konum yakalamamasına ve güç kaybetmesine yol açabilir.

Durumu zorlaştıran bir diğer özellik de, son yıllarda hep yükselen ülkelerin ön saflarında anılmasına alıştığımız Türkiye'nin, bu krizde de gözlendiği gibi, sorunlu adaylık ilişkisi içinde bulunduğu AB'ye ekonomik açıdan fazlasıyla bağımlı büyüme trendi belirtileri göstermesi ve bu açıdan başta Çin ve Hindistan olmak üzere hâlâ sermayeye cazip getiri sunan ülkelerden ayrışmasıdır.

Ayrıca borçlanma ile elde edilecek kaynakların, kaliteli ve üretken kamu harcamalarına dönüştürülmesi de pek kolay olmayan ve özenle kurgulanmasına ihtiyaç olan bir politika uygulaması gerektiriyor. Türkiye'nin bu konuda pek başarılı bir sicilinin olmaması, işin zorluk derecesini artırıyor. Üstelik reel ekonominin finansman potansiyelini de kısıtlayacak olması, borçlanma enstrümanının sınırsız kullanımına imkan vermeyecek; genellikle olumlu bir politika olarak benimsenen düşük faiz trendine son verebilecek olması ve enflasyonu tetikleme ihtimali bulunması da cabası…

Kriz sonrasına stratejik hazırlık

Aslında karar verilmesi ve pozisyon belirlenmesi gereken temel sorunlardan biri, stratejik hedefin ne olduğu ile ilgili. İstediğimiz kriz öncesindeki duruma geri dönebilmek ve mevcut yapının bütün unsurlarıyla ayakta kalmasını sağlamak mı, yoksa kuşkusuz istihdam ve finansman gibi acil sorunları ihmal etmeden yapısal dönüşümü ve rekabet gücünü artırmak için uygulanacak bütün stratejik politikalara odaklanmak ve kriz sonrasına hazırlanmak mı? Sadece kamu yönetiminin değil, reel ve finansal kesimi ile özel sektörün de bu bakımdan bir zihniyet ve paradigma değişimini hayata geçirmesi gerekecek. Bu değişim, küresel ekonomideki yeni dengeleri, fırsatları ve tehditleri anlamak ve tavır belirlemek için de büyük yarar sağlayacak.

Unutmayalım ki dünya üzerinde halen gidecek yer arayan yatırım sermayesi var ve bunu çekme şansı, canlı, büyüyen ve kâr potansiyeli sunan ülkeler için söz konusu. Bugünden yarına ne olacağını öngöremediğimiz, temel ekonomik göstergelerde istikrar sağlamayan, hukuk güvencesi yetersiz, adil rekabet şartlarının ve saydamlığın bulunmadığı ülkelerin cazip olmayacağı açık.

Bu açıdan kriz çıkışından bu yana ödemeler dengesinin net hata noksan kaleminde gözlenen 18 milyar doları aşkın kaynağı belirsiz döviz girişi bile, Türk ekonomisinde ve şirketlerin finans yapılarında sorun olduğunu göstermiyor mu? Bankacılık sisteminin kayıtları dışında bu ölçüde bir finans hareketinin bir açıklaması olmalı. Düşük hanehalkı borçluluğu dışında başka önemli avantajlarımız varsa, stratejik program ve atılım için elimiz güçlenmiş olmaz mı? Ola ki rekabet ve büyüme yerine ranta yönelik toplumsal alışkanlığımızdan vazgeçmek zor geliyor…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019