Borca dayalı büyüme dünyayı krize götürür mü?
ABD Merkez Bankası’nın( FED) bugün sonuçlanacak olan Eylül ayı toplantısında faizleri artırması beklenmiyor ama FED’in Aralık ayında bir faiz artışına gitme olasılığının yüzde 50’ye tırmandığı bir ortamda yapılıyor bu toplantı. FED’in bilançosunu daraltma programının ayrıntılarının da bugün açıklanması bekleniyor. Bu arada FED Başkanı Janet Yellen’in görev süresi dolarken ABD Başkanı Trump’ın bu konudaki tercihinin netleşmemiş olması da FED’in önümüzdeki dönemde izleyeceği çizgiyle ilgili spekülasyonları artırıyor.
Aslında her türlü spekülasyona açık bir dönemdeyiz. Kimilerinin “büyük resesyon” diye tanımladığı sürecin onuncu yılında yaşanan gelişmeler ezber bozmaya devam ediyor. Örneğin ABD’de ekonomi canlanırken ve tam istihdam noktasına yaklaşılırken ücretlerde ve enflasyonda beklenen tırmanış yaşanmıyor. FED de bu tablo karşısında faizleri artırma konusunda sabırlı davranmak zorunda kalıyor. Öte yandan jeopolitik risklerde çarpıcı bir tırmanış yaşanırken ve ABD başkanlık koltuğunda ne yapacağı hiç belli olmayan bir zatın oturmakta olması her türlü riski tırmandırırken başta ABD borsası olmak üzere borsalar rekor üstüne rekor kırmaya devam ediyor. Avrupa’dan Asya’ya dünya ekonomisinde sınırlı bir canlanmadan söz etmek de mümkün.
Borca ve krediye dayalı büyüme
Bu durumu açıklayabilmek için krizden çıkışı sağlayan muazzam parasal genişlemeye ve çok düşük faizlerin yarattığı sonuçlara biraz daha yakından bakmak gerekiyor. Faizlerin çok düşük düzeyde kalması pek çok ülkede hane halkını ve firmaları borçlanmaya özendirdi ve borca dayalı büyümeye ortam hazırladı. Bu sayede dünya ekonomisinde göreceli bir canlanma yaşanıyor. Yaratılan likidite bolluğu diğer yandan varlık fiyatlarındaki patlamayı besledi. Likidite bolluğunun devam edeceği inancı sürdükçe, büyüyen riskler göz ardı ediliyor ve hisse senedi borsalarında yeni rekorlar kırılıyor, bono-tahvil piyasalarında korkulan düşüş yaşanmıyor.
Bu süreçte varlıklı olanlar daha da zenginleşirken ancak kalitesiz ve güvencesiz işler bulabilen toplumun geniş kesiminin büyümeden aldığı pay sınırlı kalıyor. Hane halkının gelir artışının ve alım gücünün sınırlı kalması, toplam talebi sınırlayarak enflasyonun yükselmesini önlerken varlık fiyatları rekor kırmaya devam ediyor. Düşük faiz güvencesinin sürmesi, varlıklı kesimin daha da zenginleşmesine yol açıyor. Gelir eşitsizliğini daha da artıran bu süreç ise tırmanan toplumsal tepkileri besliyor. Özellikle zengin – gelişmiş ülkelerde, teknolojideki atılımın ve dijital devrimin gündeme getirdiği büyük dönüşüme uyum sağlama konusunda ciddi sorunlar yaşanması da bu tepkilere katkıda bulunuyor.
Borç sarmalı krizin habercisi mi?
Sağlam bir temele, verimlilik artışlarına ve teknolojideki gelişimin toplumca benimsenmesine dayanmayan, borçla ve krediyle sağlanmış olan ekonomik büyümenin kalıcı olamadığını ve krizlere yol açtığını gösteren bir sürü örnek var tarihte. Bugün gelinen noktada, Çin dahil pek çok ülkede aşırı kredi genişlemesiyle ve ucuz faizle gerçekleyen aşırı borçlanmayla sağlanan büyümenin kalıcı olamayacağı izlenimi giderek yaygınlaşıyor.
On yıl önce de herkesten önce ciddi kriz uyarıları yapmış olan Uluslararası Ödemeler Bankası’nın( BIS) yeni yayınlanan raporunda da, başlıca merkez bankalarının ucuz para politikasını sürdüreceğine duyulan güvenin hisse senedi ve tahvil fiyatlarını aşırı tırmandırdığı ve şirketleri aşırı borçlanmaya ittiği vurgulanarak bu durumun sürdürülemez olduğu belirtiliyor. Faizlerin düşük kalacağına güvenerek aşırı borçlanan firmaların faizlerin yükselmeye başladığı noktada ciddi borç ödeme sorunlarıyla karşılayabileceği vurgulanıyor. Ayrıca Çin’de ve bazı diğer ülkelerde konut sektöründe krediyle oluşan balonların yarattığı risklere de dikkat çekiliyor BIS raporunda.
Bu noktada başta FED ve Avrupa Merkez Bankası olmak üzere önde gelen merkez bankalarının bundan sonra nasıl davranacağı büyük önem kazanıyor. Merkez bankalarının ucuz faizi sürdürmenin doğru olmadığını kabul ederek faiz artışı sinyali vermesi halinde borsaları rekorlara taşıyan ucuz para oyununun bittiği izlenimi güçlenecek ve risk algısının tamamen değiştiği yeni bir oyuna geçilmiş olacak. İngiltere Merkez Bankası Başkanı Mark Carney’in geçen hafta vermiş olduğu faiz artırma sinyalini bu yönde atılmış bir işaret fişeği olarak da görmek mümkün.