Borç ve serbestleşme
Dünya ekonomisi son elli yılını, devletin ekonomiye müdahalesine karşı çıkan, finansal serbestleşmeyi savunan, topyekûn bir ifade ile liberal ekonomiyi savunan Neoklasik teorinin egemenliğinde geçirdi. Keynesyen modelden Neoklasik modele geçiş 1973 krizi ile başladı, 1980 yılında ABD’de Reagan ve İngiltere’de Thatcher’ın başa geçmesi ile güç kazandı. 1990 yılında Sovyetler Birliği ile kesin egemenliğini ilan etti.
Bu model teorik altyapısına uygun politikalar üretti. Bu politikaların uygulamasının ana başlıkları şunlar oldu:
* Devlet ekonomiden çekildi. Bunun için özelleştirmeye gidildi. Devlet ana işlevlerinden dahi uzaklaştı. Örneğin eğitim, sağlık harcamaları azaldı, yani temel kamusal hizmetler piyasa mekanizmasına terk edildi.
* Kamunun sosyal devletin bir gereği olarak yaptığı harcamalar (sosyal güvenlik harcamaları, tarım sektörünün teşvik edilmesi gibi) azaltıldı.
* Finansal serbestleşmeye gidildi. Sermaye hareketlerinin önündeki engeller kaldırıldı.
* İthal ikameci sanayileşme modeli terk edildi, ihracata yönelik sanayileşme modeline geçildi.
* Tüm bunlara gerekçe olarak, 1970’li yıllarda içine düşülen enflasyon içerisinde durgunluğun (stagflasyon) nedeninin, devletin ekonomideki ağırlığının yüksek olması olarak gösterildi.
Regülasyon ve yapısal önlemler moda kavramlar oldu. Bir türlü yeniden yapılanma ve regülasyon bitmedi, özellikle iş dünyasının ağzında bu kavramlar sakız oldu. Bütün bu yapılanlardan sonra kriz yaşanmadı mı? Yaşandı, hem de defalarca. En son kriz 2007/2008 yıllarında yaşandı ve hala da devam ediyor. Kriz ile birlikte yeni bir modeli tartışmamız gerekirken, pek yapılmadı. Yapmaya kalkanların da sesi kısıldı.
Örneğin bu modelin öncü iktisatçılarına göre istedikleri politikalar uygulandığında kamu açıkları azalacaktı. Böylece kamunun finansman ihtiyacının neden olduğu mali baskı azalacaktı. Yani kamu borç stoku azalacaktı. Gerçekleşmeler hiçte öyle olmadı.
Kamu harcamaları azaldığı halde borç stoku/GSYH oranı azalmadı. Serbestleşmenin lokomotif ülkeleri konumundaki başta ABD ve İngiltere olmak üzere hemen tümünde borç stokunun GSYH’ya oranı yükseldi. Örneğin, İngiltere’de 1995 yılında %48,7 olan oran, 2014 yılında %89,4 düzeyine kadar çıktı. Verdiğim tabloda da görüleceği üzere diğer ülkelerde de durum pek farklı olmadı. Hatta bazı ülkelerde 2007 krizinin nedenlerinden birisi oldu. Bu verileri görünce ben şöyle bir soru soruyorum. Kamu harcamaları azalırken, nasıl oluyor da borçlanma oranı yükseliyor. Bunu Türkiye içinde sormak gerekiyor. 2001 krizi sonrasında eğitimden, sağlığa, güvenliğe kadar kamu hizmetleri piyasaya terk edilmesine rağmen, 2002 yılında 242 milyar TL olan kamu borç stoku, 2015’in Temmuz ayına gelindiğinde 661 milyar TL’ye nasıl yükseldi?