Borç krizindeki Euro bölgesi için Latin Amerikan yol haritası

DİDEM ERYAR ÜNLÜ
DİDEM ERYAR ÜNLÜ YAKIN PLAN [email protected]

Latin Amerika'nın 30 yıl önce yaşadığı borç krizi, Euro bölgesinde yaşanan krizle önemli benzerlikler içeriyor. Bu süreçten çıkartılacak ders, Euro'nun geleceği için önemli bir yol haritası oluşturabilir.

Yunanistan ve İrlanda gibi ülkelerin yaşadığı borç krizi Euro bölgesinin geleceği açısından endişe yaratıyor. Endişelerin artarak devam etmesinin en önemli nedeni, borç krizinden nasıl çıkılabileceğine dair bir yol haritasının bulunmaması. Oysa Latin Amerika'nın 1980'lerde yaşadığı kamu borcu krizi, bir yol haritası örneği sağlayabilecek nitelikte. Bu süreçte birçok Latin Amerika ülkesi dış sermaye piyasalarından eteğini çekmiş ve sürdürülemez borç karşısında iflas bayrağını çekmişti. ABD finans sistemini bile zorlayan bu krizi aşmanın tek yolu ise şüpheli alacakları silmek olmuştu. Her ne kadar iki kıta arasında büyük farklılıklar olsa da, ekonomistler çok şaşırtıcı benzerliklerin olduğuna dikkat çekiyorlar.

Financial Times'da yer alan analizde, öncelikli olarak, her iki kıtada da, borçlanan ülkelerin,  borçlandıkları döviz üzerinde kontrollerinin olmadığı vurgulanıyor. Latin Amerika'da borçlanma ADB doları üzerinden gerçekleşti. Avrupa'da ise Yunanistan, İrlanda, Portekiz, İspanya ve İtalya gibi ülkeler Euro üzerinden borçlanmış durumdalar.

İkinci benzerlik, borç krizlerini uzun ve kolay bir kredi sürecinin takip etmesi olarak ortaya çıkıyor. Yunanistan, Euro bölgesine katılmasının ardından, hevesli bir şekilde borçlanmaya başladı. Hatta bu borçlanma neredeyse Alman faiz oranları seviyesinde gerçekleşti. Benzer şekilde 1970'lerde yüksek miktardaki  "petrodolarlar", Latin Amerika'da ülke kredilerine dönüştürülmüştü.

Üçüncü benzerlik ise, her iki borç krizinin de küresel resesyonla aynı döneme denk gelmesi oldu. 1981 yılında, dönemin FED Başkanı Paul Vocker'in ABD faiz oranlarını yüzde 20'ye yükseltmesi, resesyonu başlattı. Bundan hemen bir yıl sonra, Meksika rezervlerinin tükendiğini ve 80 milyar dolarlık dış borcunu ödeyemeyeceğini açıkladı. Moratoryum ilan eden Meksika, IMF'den destek talebinde bulundu. Bugüne baktığımızda ise, 2008 yılında yaşanan Lehman Brothers iflası resesyonu başlattı. İflastan iki yıl sonra, Yunanistan ve İrlanda benzer taleplerde bulundu. 

Değerli ve eziyetli dersler

Uzmanlara göre, Euro bölgesinin geleceği belirsiz. Fakat eğer Latin Amerika deneyimi, doğru bir deneyim olarak değerlendirilirse, alınabilecek değerli ve bir o kadar da eziyetli dersler var.

FT analizine göre, 1982 yılında Latin Amerika, borç krizine verebileceği ilk cevabın ekonomik büyüme olduğunu düşündü. İhtiyaçları olan tek şey, ekonomik büyümeyi gerçekleştirebilecekleri bir alandı. 1985 yılında, ülkelerin büyük bir bölümü sorunun çözüldüğünü düşündü. Oysa, düşen satın alma gücü ve daralan ekonomi ile borçları ödemenin mümkün olmadığını anlamak uzun seneler aldı. İlk başta likidite sorunu olarak görünen sorunun, aslında "borç ödeme gücü" ile ilgili olduğu ortaya çıktı. Bu durum, Brezilya'nın 1987 yılında faiz borçlarını ödeyemeyeceğini açıklaması ile iyice anlaşıldı.

Latin Amerika'nın Brady planı

Bu soruna verilen cevap, borç affı oldu. Bu uygulama 1989 yılında, dönemin ABD Hazine Sekretesi Nicholas Brady tarafından, Brady planı olarak gündeme geldi. Bu kapsamda, banka borçları, ticareti yapılabilen "Brady tahvilleri"ne dönüştürüldü. ABD Hazinesi tarafından verilen güvence sayesinde, yatırımcılar, yeniden yapılandırılan borçların gerçek bir değeri olduğuna inandılar. Bu süreçte borçlu ülkeler bir dizi ekonomik reform gerçekleştirdi. Sonuçta borç yükü var olmaya devam etti, fakat kriz sona erdi. O dönemde bazı ekonomistler, Brady planının daha erken uygulamaya konmuş olması gerektiğini savundular. Bu sayede, Latin Amerika ülkeleri "kayıp bir on yıl" yaşamamış olurdu.  IMF verilerine göre, 1982 yılında Latin Amerika ülkeleri başta olmak üzere, gelişmekte olan ülkelere verilen kredilerin oranı, ABD bankalarının sermaye tabanının iki katından fazlasını oluşturuyordu. Dolayısıyla, Brady planını daha erken devreye sokmak imkansızdı, çünkü bu, ABD'de finans krizine neden olurdu.

FT analizine göre, Euro bölgesinde de bugün aynı durum söz konusu. Avrupa bankalarının toplam piyasa kapitalizasyonu 903 milyar Euro. Bu, toplam banka sermayesinin de aynı olduğunu gösteriyor. Öte yandan Avrupa bankalarının, Yunanistan, Portekiz, İspanya ve İtalya'nın borcundaki toplam alacağı yaklaşık 1.8 trilyon Euro'ya ulaşıyor. Yani bu ülkelerin borç miktarı, Avrupa bankalarının sermaye tabanının iki katından fazlasını oluşturuyor.

2010 Euro bölgesinin, 1982 Latin Amerika'sı ile gösterdiği bu paralellik, krizinin bir süre daha devam edeceğini gösteriyor.

Euro bölgesi Brady Planı nasıl olabilir?

Analize göre, mekanizma son derece kolay anlaşılır nitelikte: Ülkeler, mevcut borçlarının belli bir kısmı değerinde bir tahvil menüsü önerecekler. Brady planı şablon olarak alınacak, fakat tahvillerin piyasa değerine uygulanan iskontolar çok büyük olmayacak.  Latin Amerika'da, Costa Rica gibi küçük ülkelere yüzde 47 gibi iskonto sağlanırken, daha büyük borcu olan Uruguay'a yüzde 20, Meksika'ya ise yüzde 12 iskonto uygulanmıştı. Benzer bir durumda, İrlanda gibi küçük ülkelere daha büyük iskontolar yapılacaktır. 1980'lerde ABD Hazinesi'nin Latin Amerika'ya verdiği garantinin benzeri ise, Almanya garantili "eurobond"lar tarafından sağlanabilir.

Euro bölgesi için bir teselli

Sonuç olarak, Latin Amerika'nın verdiği derslerin oldukça "acımasız" olduğunun altını çizen analiz, yine de bir teselli olduğuna dikkat çekiyor. Öncelikle, Avrupa bankalarının sermaye yapılarını yeniden oluşturmaları gerekiyor. Avrupa Merkez Bankası kendi sermaye tabanını şimdiden iki katına çıkardı. Bu da şunu gösteriyor: "Siyaset yapıcılar kendilerini neyin beklediğinin farkındalar ve buna hazırlanıyorlar."

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar