Bizim hikayemiz
Soruyorum; “Neden sandığa gidiyoruz?” Şöyle yanıtlıyorlar; Çünkü; oy vermek vatandaşlık görevim. Çünkü; liderim destek bekler! Çünkü; babam istiyor, annem hakkını helal etmiyor…” Peki ya sen, sen neredesin... lütfen uyan!
Sandığa en az gelecek 4-5 yılımızı satın almak üzere gidiyoruz. Yeni bir akıllı telefon, yeni bir otomobil, yeni bir ev satın almıyoruz… Yaşam satın alıyoruz; hayallerimizi, gelecek planlarımızı, doğmamış çocuklarımızı ve veya torunlarımızı… Eğitim, sağlık hizmeti, güvenlik… Dahası itibarımızı! Her dakikamız bir servet niteliğinde, her günümüz özgün bir hikaye. Yıllar boyunca yaşadıklarımıza ise efsane demek istiyorum. Siyaseti yöneten liderler ise bir tür servis sağlayıcı.
Z.K. 22 yaşında. Üniversite öğrencisi. Bir günün, bir sürü günün değerini sorunca şaşırdı tabii. O zaman dedim, bir yılda hatırlayacak ne yaşadığını birkaç cümlede özetler misin: “İlk kez kız kıza tatile çıktım. İlk kez bir erkekten şiddet gördüm. Çaresizliği hissettim. Bir insanın tek güvendiği kişi olmanın ağırlığını yaşadım. Yogaya başladım. Haksızlığa uğradım. Neyse ki, sonunda zarara uğramadım. Önemli bir fırsatı kaçırdım. Kararsızlığımdan bıktım. İyi bir arkadaşa sahip olmanın ne kadar önemli olduğunu gördüm. Bir yıl içinde yaşanabilecek maksimum kötü şeyleri yaşamış olsam da bir o kadar kendimi büyümüş ve güçlü hissettim… Kendime bir adım daha yaklaşırken devlet meselelerinden de ne kadar uzak olduğumu fark ettim…” Z.K. bir hikayesi olduğunu fark etti. O, hikayenin 22’nci bölümünde, siz belki 35, belki 60 ya da 82…
Bu genç ve onun yaşıtları kendilerini yaşıyor, daha fazlasını ve doya doya yaşamak istiyorlar. Benim ya da sizin gibi. Umutsuzluklarımız da hayallerimiz de var. Hangi siyasetçi, okuyor bizi? Kanımca kendi hikayelerinden başkasını metinden saymıyor ve tüm okumalarını da mevcudiyetleri için yapıyorlar…
Sandık sarhoşu olduk
Cumhuriyet tarihinde 27 kez genel milletvekili seçimi, buna ilave olarak 7 kez anayasa referandumu, 1 kez de cumhurbaşkanlığı seçimi için sandığa gittik. Mahalli seçimleri katmıyorum işin içine. Sandığa gitmekten başımız dönmüş olmalı ki, bu işi spor toto oynarcasına icra etmeye başladık.
Seçim sonuçlarını CERN’de atom çekirdeğini parçalamakla eş değer ciddiyetle hesaplıyoruz. Matematik bilgimizi sınıyoruz. Sanki PISA testlerinde nal toplayan biz değiliz. Denklemin kaç bilinmeyenli olduğu önemli değil kafadan bölme, çarpma, kara kök alma… Bu sonuca nasıl ve neden ulaştığımız ise ilgi alanımız içine girmiyor. Hikayelere odaklanana rastlamadım henüz. Hayatlarımız bu kadar mı değersiz? Sadaka kıvamında emekliye ikramiye, öğrenciye burs… Suçluya af… Varsa yoksa sonuç!
Kimin hikayesi?
Yapılan siyasi tahliller tamamen liderler üzerine. Nasıl bağırdı, neden o kelimeyi kullandı, vücut diliyle ne demek istedi. Neden öyle yaptı... Sanırsınız onlar bir kitap biz onları okuyoruz. Oysa bir hikaye varsa okunacak, sizinkisi olmalı. Her birimiz Oscar’lık sinema filmi olacak hikayeye sahibiz. Hikayemizin editörü de biz olmalıyız. Üzerinde kalem oynatılmasına izin vermemeliyiz. Bize ait olan tek bir hayatımız var, yaşamazsak tükeniyor. Kaldı ki, neden başkasının hayatını yaşayalım…
24 Haziran seçimlerinde yurt içinde oy kullanacak 57 milyon seçmen var. 80 milyona koşan Türkiye’de 57 milyon kendi hikayesine karşılık gelecek bir yaşam şeklini seçmeye hak kazanmış demek. Ne büyük bir olanak! 1 milyon 585 genç ise ilk kez sandığa gidecek. Davranış uzmanları ve siyasi iletişimcilere inanacak olursak, ilk oy sonraki oyların da belirleyicisi oluyor. Gençler, takım tutar gibi parti tutacak diyorlar. Bu ne sığ bir bakış, ne büyük bir gaflet. Ben gençlere güveniyorum.
“Sadece kendimize güveniyoruz"
Size bir başka hikayeden alıntı yaparak konuyu tamamlamak istiyorum. A.C.’nin hikayesi. O da üniversite öğrencisi. Hikayesini gelecekten ne beklediğine ve seçme hakkı olduğu için sorun ve arzularına odaklanarak anlatmasını rica ettim; «Hissettiğim en büyük eksiklik, devletin iyi bir eğitim politikası olmaması, gençlere destek vermemesi. Örneğin ben işçi çocuğuyum. Kardeşimle aynı dönemde üniversite okumamıza rağmen eğitim bursundan yoksunuz. «Bu burslar kime çıkıyor?» sorusuna cevap bulamıyorum. Yetmezmiş gibi devlet üniversitelerinin yetersizliği de ayrıca üzüyor. Okulumuzda sanat ve spor adına hiçbir faaliyet yok, öğrenci kulüpleri desteklenmiyor. Benim için önemli bir diğer konu dil sorunu. Dil eğitimi verilmediği gibi önemli kitap ve makaleler Türkçe’ye kazandırılmıyor. Günümüze dair konuları Türkçe aratarak düzgün bir bilgiye ulaşmak imkansız. Wikipedia’yı kapatmaları cabası. Ve tabi ki sorunların en büyüğü “işsizlik”. Özel sektörde, çalışan haklarının sınırları belli değil, sömürüye maruz kaldığın için umutsuzluğa kapılıyorsun. Kamu işine gireyim desen devletin adaletine güvenemediğin için umutsuzluğa kapılıyorsun. Bir ‘adamcılık’ almış başını gidiyor. Gelecekte en çok üzüleceğim şey döviz fırladığı için Erasmus’a gidememek olacak. Ki, paran olsa da fayda etmiyor örneğin Amerika, Türkiye’ye vize uyguluyor «work and travel» başvurun iptal ediliyor. Yanlış anlaşılmasın gelecekten umudum yok değil, ama bu kesinlikle devletin verdiği bir umut değil. Biz gençler sadece kendimize güveniyoruz. Devletin yanımızda olduğunu hiç hissedemediğimiz için o huzuru tanımıyoruz.»
Roman ve anlatıcı
Birbirinden farklı bireylerin hikayeleri biriktiğinde ülkenin romanı oluyor. «Best seller» roman, karakterleri, kurgusu, armonisi, dili iyi olandır. En çok satan roman farklı dillere iyi adapte edilmiş ve pazarlaması iyi yapılmış olandır. Roman içeriği iyi olduğunda sürükler.
Türkiye çok güzel bir roman. Bazı eksikleri var tabii. Günün diline uyarlamak, renklerin hepsini eşit şekilde gösterecek bir kurguya ulaştırmak, anafikri oturtmak gerekiyor. Bu romana bir de ehil bir anlatıcı gerek. Ama Türkiye’nin romanını anlatmak yerine, kendi hikayesini yazıp anlatacak biri değil.
Sandığa gitmek ve oy vermenin de hayatımızın hikayesi olduğunu bir de bu şekilde anlatmak istedim.