Bizim derdimiz bize yeter mi?
Bu başlık kibarlık olsun diye böyle yazıldı. Bunun Türkçe, halk dilinde “El alemin derdi...” diye başlayan bir popüler varyasyonu vardır. Bunlar “Başkaları ne yapıyor boş verin. Biz işimize bakalım” anlamında kullanılan deyişlerdir. Çoğumuz özelde AB ve ABD’de olan biteni bu düşünceyle takip ederiz veya daha doğrusu etmeyiz. ‘Sokaktaki vatandaş’ olarak bunu yapma lüksümüz vardır. Bu lükse sahip olmayanlar ekonomik politika koyuculardır. Onlar olup biteni Türkiye’nin menfaatleri açısından irdeleyip sonuç çıkarmak ve buna göre de ileriye dönük politikalar geliştirmek zorunda olan yetkili (ve etkili) kesimlerdir. Eğer böyle yapılmaz, Dünyada olup bitenleri sanki bunlar başka ülkelerin lig maçlarıymış gibi izler veya daha beteri izlemez ve ona göre hazırlanmazsak ve ileride bunların olumsuz sonuçları doğarsa ülkemiz yine popüler bir deyimle olaylara ‘Fransız’ kalır.
Geçen hafta özellikle ABD’de ve AB’de giderek arttığını gözlemlediğim ulusalcılık, korumacılık ve popülizm eğilimlerinden bahisle bu gelişmelerin yakından izlenmesini önermiştim. Bildiğiniz gibi, hani deriz ya “Daha ayağının tozunu silmeden” ABD Başkanı Trump makamına oturur oturmaz eski Başkan Obama’nın yaptığı bir sürü şeyi tersine çevirme seçim vaadini gerçekleştirmeye koyuldu. Bunların başında Obamacare olarak tanınan ABD’nin sağlık sigortası ve TransPasifik Ortaklığı vardı. Bunları kaldıracağını vaat etmişti. Sağlık sigortası sisteminin yerine geçecek bir kanun teklifini TV şovlarından sonra acele meclise sevk etti. Kendi partisinin mensupları dahil kimse destek vermeyince oylamada hezimete uğramamak için teklifi geri çekti. ABD’nin zaten bocalayan ve teknik olarak artık ortada olmadığı söylenen Trans Pasifik Anlaşması’ndan (TPP) çıkma kararnamesini ise acele TV ekranlarında imzaladı. Hemen aynı tarihlerde İngiltere de AB’den çıkma (Brexit) kararını uygulamaya koydu ve AB’ye resmen müracaatını yaptı.
Bu iki gelişme artan ulusalcılık, korumacılık ve popülizmin somut sonuçları olarak görülmelidir. Bunların yanı sıra özellikle Avrupa’da platformları ulusalcılık, korumacılık ve popülizm olan siyasi parti ve gurupların gösterdikleri yükselişin de izlenmesi gerekir.
Konuda yazan, çizenlerin bazıları globalleşmenin geri döndürülemeyeceğini bu tür girişimlerin iç politika malzemesi olduğunu söylüyorlar. Bu yazarlar politika değişikliklerinin ABD ve İngiltere’de pek bir şey değiştirmeyeceğini, işlerin eski hamam eski tas gideceğini söylüyorlar. Bazı düşünürler ise popülizminin ne kadar tehlikeli olduğunu İngiltere’den örnek vererek anlatmaya çalışıyorlar. Biliyorsunuz İngiltere’nin AB’den çıkma kararı bir referandum sonucu alındı. Referandumda İngilizlerin %51.9’u çıkalım, %48.1’i de çıkmayalım dedi. ‘Milli irade’ çıkalım dedi dendi ve karar verildi. Bu geçen sene oldu. Bu yıl “Keşke çıkmasaydık” diyenlerin oranı %61. Yani milli irade ‘iradesini’ değiştirmiş. Ama geçmiş olsun. İngiltere bu boşanma için 2020’ye kadar 70 milyar dolara yakın bir masraf yapacak. Başta finans sektörü olmak üzere bazı sektörler AB sayesinde kazandıkları avantajlarını kaybetmemek için personellerini AB ülkelerine kaydırmaya başladılar bile. Evlenmesi kolay. Ben elli yıllık evli bir olarak deneyimsiz biriyim ama boşananlardan duyduğum, boşanması zormuş. İnanırım.
ABD’nin TPP’den çıkma kararı referandum sonucu olmadı. Büyük yazarımız Aziz Nesin’in ‘Deliler Boşandı’ öyküsündeki gibi oldu. O öyküde akıl hastanesinden kaçan deliler ülkede yönetimi ele geçirirler. Kurdukları meclisin tek bir ilkesi vardır. Onlardan önce yönetimde olan akıllılar ne yaptılarsa tersini yapacaklardır. İlk iş olarak anayasalarının adını baba yasaya çevirirler. Trump kanun gücünde kararnameyle bunu yaptı. Obama’nın şampiyonluğunu yaptığı TPP görüşmelerinden ABD’yi çıkarttı. Gerçi referandum yapsaydı da büyük olasılık ABD halkı “Çıkalım” derdi. İşin garibi bu karara ABD’nin liberal ticaret tarafl ısı Cumhuriyetçiler itiraz ettiler, bazı demokratlar ise destek verdiler. Hem ABD içinde hem ABD dışında hakim görüş ABD’nin bu kararının Çin’in elini güçlendirdiği ve zaten Pasifik havzasında gücüne güç katan Çin’in ticaret kurallarını artık kendi başına ve kendi çıkarına yazacağı. Bir çok yazar ABD’nin bu kararla Pasifik havzasında ‘Ticari ve stratejik’ üstünlük çekişmesinde ‘havlu attığını’ söylüyor. Çin Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (Regional Comprehensive Economic Partnership- RCEP) görüşmelerinde zaten başı çekiyordu. RCEP on ASEAN üyesi ile bunların serbest ticaret ortakları (Avustralya, Çin, Güney Kore, Hindistan, Japonya ve Yeni Zelanda) arasında imzalanması ön görülen bir anlaşma. Şimdi Pasifik’te TPP öldü yaşasın RCEP deniliyor. Anlaşılan Obama’nın yaptığının tersini yapacağım diye yola çıkan Trump bunu pek umursamıyor. Umursamadığı gibi, “Sıra size de gelecek” diyerek Kuzey Amerika Ticaret Anlaşması (NAFTA) ortakları Kanada ve Meksika’yı tehdit ediyor.
Bu boşanmaların bazı sonuçları şimdiden belli. İngiltere oturup AB ve AB vasıtasıyla anlaşmalar yaptığı diğer ülkelerle masaya baştan oturacak, ABD’de aynı şekilde ikili anlaşmalar arayacak. Çin ise bu işten kazançlı çıkacak. TPP ölüm döşeğindeyken RCEP onun yerine geçecek gibi. Tüm bunların Türkiye’nin dış alım ve satımına bir etkisi olacak mı? Yoksa bunlar ‘el alemin derdi mi?’ Bence değil.
Türkiye hiç bir şey yapmasa iki konuda bazı çalışmalar yapmak zorundadır. Birincisi dünya ticaretinin en önde gelen iki ekonomisi olan İngiliz ve Amerikan ekonomilerinin bu ‘yeni korumacılık’ kararlarından nasıl etkileneceğinin, sonuçlarının ve bunların bizim ticaretimize olabilecek etkilerinin çalışması. Biz bu iki ülke için önemli olmayabiliriz. Onların devasa dış ticaretlerinde Türkiye çok önemli bir yer tutmuyor olabilir. Ancak bizim pencereden bakınca durum öyle değil. Bizim için bırakınız ABD veya İngiltere’yi, en ufak ülke pazarları bile önemlidir. Aynı şekilde ve ikinci olarak, değişen Pasifik dengelerinde Çin’in yükselmesi olası yıldızının da sonuçlarının bizim açımızdan irdelenmesi gerekir. Bu incelemelerin sonucu politika yapımcılarına orta ve uzun vade öneriler geliştirmek öyle “Ne acelesi var? Bekleyelim görelim” tutumuyla ele alınmamalıdır. Özellikle özel sektör kurumlarının “2023 dış ticaret hedefl erimize ulaşmak için sağlam adımlarla ilerliyoruz” gibi demeçler vermek yerine beş sene sonra 150 mlyar dolar olan ihracatın 500 milyar dolara çıkabilmesi için bugün yapılması gerekenleri gece gündüz çalışmalar yaparak bulması gerekir.
ABD’nin ve İngiltere’nin bundan sonra arayacakları ikili anlaşmalarda öne süreceği koşulların iyi izlenmesi ve çözümlenmesi çok önemlidir. Aynı bağlamda Çin’in RCEP anlaşmasında ortaklarıyla fikir birliğine vardığı konular da yakından izlenmelidir. Eski bir deyişte ifade edildiği gibi “Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp.” Bu gelişmeler ‘el alemin derdi’ değillerdir. Tahminimizden daha kısa bir zamanda ‘bizim derdimiz’ olabilirler. Korkulu rüya görmektense uyanık durmak evladır.
Sağlıcakla kalın .