Bizi bekleyen iki önemli risk
Önümüzdeki bir yıllık bir dönemi düşünelim. İki tane önemli risk bekliyor Türkiye ekonomisini: Bunlardan ilki, Moody’s ya da Fitch’den birinin Türkiye’nin kredi notunu düşürerek “yatırım yapılabilir” seviyenin altına çekmesi. Bu risk gerçekleşirse, S&P’nin notu ile birlikte iki kurumun notu yatırım yapılabilir seviyenin altına inmiş olacak. Böylelikle bazı fonların Türkiye’den tası tarağı toplamaları gerekecek. Analistler anında en az 3.2 milyar dolarlık çıkışı tetikleyeceğini hesaplıyorlar böyle bir gelişmenin. Milli gelirimizin yaklaşık yüzde 0.5’ine denk düşüyor bu miktar. İlk bakışta çok fazla değil gibi gelebilir ama birkaç rakam bu iyimser yorumun aceleci bir yorum olacağına işaret ediyor. Analistlerin beklediği tutar 2015’in tümünde Türkiye’ye giren (net 11 milyar dolar) sermayenin yüzde 29’u. Bu sene net sermaye girişi açısından işler daha iyi; ilk beş ayda 15 milyar dolar geldi. Bu rakamla (ya da bunun yıllıklandırılmış hali ile) karşılaştırıldığında da 3.2 milyar dolarlık çıkış az değil. Kaldı ki bu sadece anlık tepkiyi yansıtacak; böyle bir çıkışın tetikleyeceği zincirleme etkiler bu hesaba dahil değil. İkinci risk ise her zamanki gibi ABD Merkez Bankası’nın faiz artırmaya başlaması ile bizim gibi ülkelerin finansal varlıklarına yönelik talebin düşecek olması. Bu da Türkiye’ye eskisine kıyasla daha az yabancı sermaye (dış kaynak) gelecek olması anlamını taşıyor.
Hiç darbe girişimi olmasaydı bile bu iki riskin peşi sıra gerçekleşmesi önemli problemleri olan Türkiye ekonomisini derinden etkileme potansiyeli taşırdı. Neydi darbe girişimi öncesindeki problemler? Özel sektör yatırımlarının bir türlü artmaması. Kredi-mevduat oranının yüzde 115 düzeylerinde dolaşması ve dolayısıyla kredi genişlemesinde (bankaların riskini daha fazla artırmadan) sınıra gelinmiş olması. Turizm sektörünün içinde bulunduğu zor durum. Bankacıların satır aralarında değindikleri geri dönmeyen kredilerde kıpırdanma. Yüksek sayılabilecek enflasyon düzeyinin mevduat faizlerinin düşebileceği düzeyin alt sınırını oluşturması nedeniyle Merkez Bankası’nın daha fazla faiz düşürmesi halinde mevduat çekilişi olasılığı. Enerji ihraç eden ülkelere yaptığımız ihracatta tıkanma. Daha temel olarak ise düşük tasarruf oranımız ve şirketler kesiminin döviz cinsinden yükümlülüklerinin döviz cinsi alacaklarından çok daha fazla olması. Çok daha derinde ise hukuk sistemimizin ve demokrasimizin içinde bulunduğu kötü durum.
Türkiye, yukarıda özetlediğim darbe girişimi öncesindeki koşullar aynen sürseydi bile bu iki riskin gerçekleşmesi halinde oluşacak çok önemli sorunlarla (faizde ve kurda sıçrama, şirketlerde ve bankalarda artan sorunlar, kredi daralması ve büyümenin durması) darbeden önceki yönetim biçimi ve bizimkiler/ötekiler ayrımı ile asla baş edemezdi. Şimdi bu sorunlara bir de darbe girişiminin yarattığı travma, oluşturduğu derin güvenlik sorunu ve Türkiye’ye ilişkin algıda yarattığı tahribat eklendi.
Oysa Türkiye bu cendereden kurtulabilir. Reçete çok açık. O kadar açık ki başarısız darbe girişimi sonrasında hemen herkes aynı reçeteyi dillendiriyor. Şu: Bir daha devlet içinde devlet oluşmasına asla müsamaha etmeyecek bir kurumsal düzenleme, daha fazla demokrasi, hukukun üstünlüğü, uzlaşma, kamuda liyakata dayalı yükselme, eğitimin sil baştan ele alınması. Kaldı ki reçetedeki maddeler birbirleriyle göbekten bağlı. Birini gerçekleştirince, diğeri için de önemli mesafe alınmış olacak. Bu çerçevede son günlerde siyasette gözlenen yumuşama, uzlaşı arayışları ve özeleştiri girişimleri umutlandırıyor beni.