Bize bir şey olmaz (mı?)

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ [email protected]

Anımsayanlar çıkacaktır; yıllar önce televizyon kanallarının birinde bir mizansen hazırlanmış ve bu konu haber yapılmıştı. Telekız rolüne bürünen genç kızlar, biraz şehir dışı bir yolda araç sahipleriyle pazarlığa girişiyor, ama çok dürüst bir şekilde de AIDS'li olduklarını söylüyorlardı. "Korkak" erkekler, AIDS sözünü duyar duymaz arabalarıyla hızla uzaklaşmayı tercih ederken, "cesur" vatandaşlarımız, "Bize bir şey olmaz güzelim" diyerek pazarlığa devam ediyordu.

ABD, neredeyse kapitalizmin "ruhuna fatiha" dedirtecek ölçüde önlem almaya yönelir, temel ekonomik sistemini inkar etme anlamına gelecek kararları uygulamaya koyarken, biz hala ısrarla "Bize bir şey olmaz"ı oynamaya devam ediyoruz. "Bize bir şey olmaz" yetmiyor; nasıl olacağını bilmediğimiz, yapılan açıklamalardan da bir türlü anlayamadığımız biçimde, bu krizin fırsata dönüştürülebileceğini dinlemeye de devam ediyoruz.  Sakın biz "bize bir şey olmaz, bu kriz bizim için fırsata dönüşür" türü görüşleri savunurken, "mezarlıktan geçerken korkudan ıslık çalan biri pozisyonunda" olmayalım.

Aslında şöyle bir gerçek var. Hani derler ya, "bir kapıyı kapatmanın temel ve ilk şartı, o kapının açık olmasıdır" diye. Bizimki de biraz o hesap. "Ekonomi sorunsuz muydu ki, şimdi bir sorundan, krizden söz ediliyor olsun" görüşü dile getirilebilir. Bu, kısmen doğru bir görüş.

Türkiye ekonomisinin bazı verilerinden çok parlak ve çarpıcı olanları bulup çıkarmak, belli iki zaman dilimini kıyaslayarak müthiş gelişmeler yaşandığını kanıtlayarak ortaya koymak mümkün. Ama unutmayalım, bozuk saat de günde iki kez doğruyu gösterir. Önemli olan ekonominin gidişatındaki eğilimin ne yönde olduğudur.

Türkiye ekonomisinin son yıllarda hızla ve hedeflerin üstünde büyüdüğünü elbette kabul edelim, ama büyüme hızının belirgin bir biçimde yavaşlama eğilimine girdiğini de gözden uzak tutmayalım.

İhracatın yıllık bazda 130 milyar dolara ulaşmasından mutluluk duyalım, ama ithalatın da 204 milyara fırladığını unutmayalım.

Doğrudan yatırım girişinin, bu yıl 15 milyar dolarda kalacağı tahminini, tümüyle iç siyasetteki gerginliğe ve uluslararası konjonktürdeki bozulmaya bağlayarak kendimizi kandırmayalım. Dile getirilen etkenlerin de rolü var tabii ki, ancak asıl etkenin, evde satacak gümüş kalmaması olduğunu görelim.

Uluslararası krizle birlikte yabancı yatırımcının Türkiye'den yavaş yavaş uzaklaşma eğilimine girdiği gerçeğini kabul edelim. Hangi bilgilendirmeye dayandığını bir türlü anlayamadığımız "cari açığın finansman kalitesi düzeliyor" görüşünün temelden yanlış olduğunu görelim. Bu görüşün, 2007 sonuna kadar doğru kabul edilebileceğini; cari açığın, özellikle bu yıl daha çok borçlanmayla finanse edilmekte olduğunu gözden kaçırmayalım. Yani söylenenin tam tersinin yaşandığını bilelim. Başbakan Erdoğan ödemeler dengesini eline alıp inceleyemeyeceğine göre, birilerinin bu konuda yanlış bilgilendirmesi söz konusu, bu da çok vahim bir durum.

Reel sektörün, uzun vadeli olduğu için sorun yaratmayacağı söylenen döviz borcunun, dünyadaki ekonomik kriz de çok uzun süreceği için yine de önümüzdeki yıllarda başımıza bela olabileceğini unutmayalım.

En azından önümüzdeki süreçte bankacılık kesimi ve reel sektörün taze dış kaynak bulmakta büyük zorluk çekeceklerini, en azından düşük maliyetle kaynak bulamayacaklarını kabul edelim. Dış kaynak girişinin yavaşlayacağı gerçeği ve yabancıların Türkiye'ye ilgisinin uyguladığımız yüksek faize rağmen azalması olasılığı yüzünden döviz kurları üstünde bir baskı oluşabileceğine hazırlıklı olalım. 

Türkiye'nin en büyük otomotiv firmasının üretimini kısa bir süre için de olsa durdurmasının bir öncü gösterge olduğunu görelim ve bunun devamının gelebileceğinden endişe edelim.

"Krizin bize yansıması çok hafif olur" diyenlerin, aslında içerde zaten krizden kıvranan özellikle küçük esnaf kesiminin durumuna bakmasını umalım. Cumhuriyet tarihinin en derin ekonomik krizinin yaşandığı 2001 yılında, faaliyete geçen her 100 esnafa karşılık 83 esnafın faaliyetine son verdiğini, bu yılın ilk sekiz ayında ise söz konusu sayının 86'ya çıktığını; üç büyük il dışında faaliyete geçen 100 esnafa karşılık 138 esnafın kepenk kapattığını bilelim de, ondan sonra "işler iyi gidiyor" diyebilirsek, yine diyelim.

Yani, herkesin krizi kendine. Küçük esnaf da, orta boy sanayici de, büyük sanayici de kendi çapında bir kriz ortamında. Elbette istisnalar var. Vatandaşın halini görmek için ise iftar çadırlarına bakmak yeter. Diyorsak ki, "biz zaten krizin içindeyiz" o zaman doğru, "bize bir şey olmaz". Yok her şey iyiyse, aman dikkat!

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar