Biz bu işe niye girdik?
Başlığa bakıp meşhur fıkrayı aktaracağımı düşünmeyin. Bu başlığı atma sebebim elektrikli araçlar konusunda havada uçuşan açıklamaların sonucunda gerçekten de ne olacağını merak etmemden kaynaklanıyor.
Önce kesin emin olduğumuz konularla başlayalım. Bunlardan ilki elektrikli otomobil üretmek bildiğimiz standart bir otomobil üretmekten çok daha kolay ve ucuz. Ancak, bu otomobili eğer arkasından bir uzatma kablosu bağlamıyorsanız 100 küsür kilometreden fazla bir menzile ulaştırabilmek oldukça zor ve maliyetli. Gerekçesi ise bu otomobili yürütecek akü teknolojisinin henüz istenilen düzeyde olmaması.
Bu iki gerçek biraraya geldiğinde üretilebilir, parası olanın alabileceği ancak çok çabuk yaygınlaşması beklenmeyen yeni bir ulaşım türü çıkıyor ortaya. Çünkü, enerji verimliliği, çevrecilik, kullanım maliyetlerinin düşüklüğü gibi pozitif unsurların getirisi henüz, tüketicinin ilk alımda cebinden çıkacak para ve ulaşım özgürlüğünün kısıtlanma potansiyeli gibi negatif unsurların götürüsünü karşılayabilecek düzeye ulaşmadı.
Bir tarafta başta Renault olmak üzere bu işin bayraktarlığını yapan firmalar kamuyu işin içine çekerek pazarı oluşturmaya çalışırken, daha çekimser/muhafazakar şirketler ise kamu kaynaklarının daha verimli! kullanılmasını savunuyor.
Elektrikli araçların 10 yıl sonra ulaşacakları pazar büyüklüğü için de muhtelif tahminler mevcut. Örneğin Renault Başkanı Carlos Ghosn'un tahmini yüzde 10. Avrupa Otomotiv Üreticileri Birliği (ACEA) ise yanılmak istemediğinden olsa gerek tahmin aralığını yüzde 3 ile 10 arasında tutmuş.
Üretimin satışa dönmesi konusunda ise Renault-Nissan Grubu bence diğer firmalara oranla bir adım önde. Zira, ellerinde yıllık kontratlı hem de al ya da öde sözleşmesiyle bağladıkları İsrail sermayeli Better Place var. BetterPlace anlaşmasının yanı sıra Avrupa'da ve tabii Türkiye'de de belediyelerle işbirliği yapıyorlar. Mevcut bağlantıları artırmak amacıyla da vargüçleriyle çalışıyorlar.
Elektrikli araçların rüzgarına kapılmayanların tezleri ise "Yapsınlar, görelim" noktasında birleşiyor. Örneğin, İstanbul Autoshow'da konuştuğumuz VW'nin Pazarlamadan Sorumlu Başkanı Luca Demeo, "neden bekliyorsunuz" sorumuza, "Elektrikli araçta şu anda lider kim? Kim önde?" sorularıyla yanıt vermişti.
Firmalar arasında demeçler aracılığıyla yaşanan "Benim elektriklim, senin elektriklini döver" tadındaki tartışmaları bir kenara bırakırsak henüz kimsenin kaynaktan-depoya kadar uzanan zincirde elektrikli araçların söylendiği kadar çevreci olup olmadığına dair net tezler ortaya koymadığını da belirtelim.
Yani daha Türkçe konuşursak, evet belki çevreye zararlı gaz salmayacak bir araç kullanacağız ama, o aracın deposunu doldurmak için kullanacağımız elektriğin üretiminde salınan gazları da gözardı etmemek gerekir. Ya da bir parçası bilmem kaç milyon metreküp suyu zehirleyebilecek akü/pil atıklarının, geri dönüşümü konusunda da tatmin edici bir açıklama henüz duymadık. Eğer beni temsil eden kamu yönetimi benim daha iyi bir çevreye kavuşmam için elektrikli otomobilleri destekliyorsa ki makul bir karar olabilir, çevre koruma adına yazılan bu reçetenin yan etkileri konusunda da beni tatmin etmeli diye düşünüyorum.
Bu çekincemi Oyak Otomotiv ve Çiment Grup Başkanı Celal Çağlar'la paylaştığımda, "Önce üzümü yiyelim, sapların toplanması konusuna daha sonra eğiliriz" cevabını almıştım. Türkiye'de ilk kez seri üretim elektrikli araç üretecek bir firmanın yöneticisi olarak konsantrasyonu dağıtmamak adına verilen demeci biraz empatiyle mantıklı bulsam da merakımı giderecek bir açıklama yapılsa fena olmazdı.
Çünkü, gaz salmayacağız diye çevreye daha fazla zarar vereceksek ya da temkinli yaklaşanların kafalarındaki soru işaretlerini gideremeyeceksek işin sonunda "biz bu işe niye girdik" diye kendimize sormak da var.