Biz AB’yi görüyoruz, AB’de bizi görüyor mu?
Vizontele’deki o unutulmaz sahne gelince aklıma, başlığı da böyle atıverdim. Televizyonda Zeki Müren’i ilk kez gören köylüler soruyor, Zeki Müren’de bizi görüyor mu? Şimdi ben de soruyorum, bu sıralar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sıkça Avrupa Birliği’nin güç kaybının önüne geçebilmesinin ancak Türkiye’yi de aralarına almaktan geçtiğini dile getirmesine karşın, acaba AB’nin de gündeminde Türkiye var mı? Malum AB’nin şu an başı ABD’nin uygulamak üzere olduğu vergiler ile hayli dertte.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, AB üyeliğinin stratejik hedef olduğunu belirterek “Avrupa Birliği güç ve irtifa kaybının önüne geçmek, hatta tersine çevirmek istiyorsa bunu ancak Türkiye’nin tam üyeliğiyle başarabilir” diyerek konuyla ilgili AB’nin dikkatini çekmeye çalışıyor.
AB’nin gündeminde ise Ukrayna’nın geleceği, enerji maliyetleri, Çin ile nasıl rekabet edileceği, Trump’ın uygulamak üzere olduğu vergiler bulunmakta. ABD’nin çelik ve alüminyuma gümrük vergisi uygulamasına benzer bir adımla yanıt vermeye hazırlanan AB, önümüzdeki aydan itibaren 26 milyar euro değerindeki Amerikan ürününe yeni vergiler uygulanacağını belirtti.
Yanı sıra Amerikan ürünleri için halihazırda askıda olan vergi düzenlemesinin 1 Nisan’da sona ereceğini ve yeni vergilerin 13 Nisan’da tam olarak yürürlüğe gireceği de belirtiliyor. AB tarafından iki haftalık bir istişare döneminin başladığı ve düzenleme kapsamına girecek tüm ürün kategorilerinin belirleneceği açıklaması gelirken, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, önlemlerin ölçülü olacağını belirtiyor.
Bu konuda temkinli olduklarını belirtmesi de dikkatlerden kaçmıyor, zira AB genel anlamda da kan kaybettiği bir evreden geçiyor. “Jeoekonomik ve siyasi belirsizliklerle dolu bir dünyada, ekonomilerimizi bu tür tarifelerle yük altına sokmanın ortak çıkarımıza uygun olmadığına inanıyoruz. Anlamlı bir diyaloğa girmeye hazırız” diyen Leyen’in bu tavrı da zaten mevcutta var olan daralmanın ve sıkıntılı bir dönemin içinde olduğunu yeterince ortaya koyuyor.
AB, Türkiye’nin radarına girdi
Ülkemiz, Avrupa pazarına yaptığı ihracatla önemli bir ticaret hacmine sahip. Ocak ayında, Türkiye›nin toplam ihracatı %5,8 artışla 21 milyar 164 milyon 177 bin dolara ulaşırken, bunun %48›i (yaklaşık 10 milyar 320,1 milyon dolar) Avrupa ülkelerine gerçekleştirilmiş. Bizim açımızdan Avrupa çok yüksek bir paya sahip olmasına rağmen, AB’nin ithalatındaki payımız ise sadece %3,3. Ve en çok ithalat yapılan 6.ülke konumundayız. Bu oran 2024 yılı Ocak-Ağustos döneminde, %4,1 ile tarihi zirveye ulaşmış. Aslında Avrupa’nın toplam ithalatının son derece küçük bir yüzdesinin Türkiye’den olması bu pazarda halen çok fazla fırsata sahip olduğumuzu da ortaya koyuyor.
Gündeme getirmeyi pek istemesek de Türkiye’nin AB’ye başvurusundaki duruma bir göz atalım. Hatırlanacağı üzere Türkiye’nin AB ile katılım müzakereleri 3 Ekim 2005’te başladı. Müzakereler, toplamda 35 fasıl üzerinden yürütülürken, süreçte çeşitli siyasi ve yapısal engeller nedeniyle ilerleme durmuş vaziyette.
Şu ana dek açılan fasıl sayısı 16. Sadece 1 fasıl geçici olarak kapatılırken, 8 fasıl, AB konseyi tarafından Kıbrıs meselesi nedeniyle bloke edilmiş durumda. Diğer fasıllar ise Avrupa Komisyonu’nun “Türkiye›nin demokratik reformlarında gerileme» gerekçesiyle askıya alındı. Bloke edilen fasıllar arasında; malların serbest dolaşımı, mali hizmetler, tarım ve kırsal kalkınma, taşımacılık politikası, gümrük birliği ve dış ilişkiler gibi başlıklar var. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü, gümrük birliği güncellenmesi ve Kıbrıs meselesi süreci tıkarken, müzakereler fiilen durmuş durumda. Görülen o ki, müzakerelerin ilerlemesi siyasi kararlar gerektiriyor.
Süreç devam eder mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan AB’ye tam üyeliğinin stratejik hedefimiz olduğunu, işbirliğinin karşılıklı fayda ve saygı temelinde ilerlenmesini arzu ettiğimizi dile getiriyor. Ancak AB, bahse konu siyasi engeller giderilmeden masaya oturacak gibi görünmüyor. Erdoğan, Rusya-Ukrayna savaşının doğurduğu sonuçlar, ABD’nin tutumu, Suriye sorunu gibi pek çok konuda Türkiye’nin AB için önemli bir aktör ve çözümm noktası olduğunu belirtirken, AB’nin de güçlü bir Türkiye’yi yanına almasının öneminin altını çiziyor.
Ancak bugüne kadarki tecrübemiz AB’nin ilkelerinden ve beklentilerinden kolay kolay geri adım atmayacağını işaret ediyor. 1996 yılında imzalanan Gümrük Birliği’nden bu yana tam üyelik konusunda ağzımıza bal çalmaları dışında bir ilerleme görmemiş olmamız da, AB’nin bizi pek de göreceğinin sinyallerini vermiyor. Hani dünyanın öbür ucuna gitmek için yola çıkan ve eleştirilen karınca misali; varamasak da yolunda ölürüz deyip, bu yöndeki çabayı sürdürmek yine de en doğru yol olsa gerek.