Bıyık ile sakal arasına sıkışmış sanayici

Öner GÜNÇAVDI
Öner GÜNÇAVDI Öner GÜNÇAVDI oner.guncavdi@dunya.com

Enflasyonla mücadele devam ederken, geniş kitlelerin sırtı­na yüklenen maliyetler her geçen gün artmaya devam ediyor. Bunun en son örneğini hafta başında açık­lanan ocak ayı enflasyon rakamıy­la bir kez daha gördük.

Ekonomi yönetiminin 2025 enf­lasyon beklentileriyle uyumlu ol­mayan bir düzeyde gerçekleşen ocak ayı enflasyonu yüzde 5.03 olarak açıklandı.

Hemen karamsarlığa kapılma­dan, şubat enflasyonunu bekleme­ye başladık.

Zira mart ayında TCMB Para Politikası Kurulu’nun faiz kara­rında referans alacağı oranlar, şu­bat ve mart aylarındaki enflasyon oranları olacak. Faizlerde düşüşün devam edebilmesi için bu aylarda ele edilecek enflasyon oranlarının yüzde 2’nin altında çıkması gerek­mektedir.

Çıkmazsa ne olur?

İşte tam bu noktada enflasyonla mücadelede arzu edilen başarının elde edilememesinde rolü olanla­rın kimler oldukları aranacaktır.

Zaten sanayicilerin ve onların fiyatlandırma alışkanlıklarının bu başarısızlıkta belirleyici olduğu yönünde bir inanış kamuoyunda mevcut.

Daha önceleri olduğu gibi, muhtemelen siya­setçiler yine bu algının üzerine gideceklerdir. Özellikle sanayicilerin sözüm ona kâr hırsları­nın ve buna bağlı olarak uyguladıkları mark-up fiyatlandırma davranı­şından vazgeçmemeleri gerekçe olarak gösterile­cektir.

Bu gerekçenin siyasiler açı­sından kullanılışlı oluşunun en önemli sebebi de muhalif kesimler tarafından da bunun kabul gören bir görüş olmasıdır.

Yüksek kâr oranlarından vaz­geçmeye rıza göstermeyen sanayi­ciler, enflasyonla mücadelenin yu­muşak karnı olarak görülmektedir.

Hatta bu algının hâkim olduğu kesimlerde, bu süreçte sanayicile­rin kurlar üzerinde uygulanan bas­kılardan ve TL’nin göreli olarak değer kazanmasından şikâyetleri devreye girdiğinde, kamuoyundan sanayicilere yönelik ciddi eleştiri­ler yükselmektedir.

Hemen Türk sanayinin yeter­li katma değer yaratamadığı ve bu yüzden de kur desteği olmadan uluslararası piyasalarda rekabet edemediği söylenmeye başlanıyor. Bazı kesimlerde buna çare olarak sanayi üretiminin katma değeri­nin artırılması gerektiğini söylü­yor.

Konu buradan, birden sanayi­nin teknoloji eksikliklerine ve Ar- Ge’ye önem vermemesine bağlan veriliyor.

Aslında sanayi de gerçekte ne­ler yaşandığı, mevcut ekonomik koşulların sanayi faaliyetler üze­rinde nasıl bir etki yaptığı dikkate alınmadığında, bu görüşlere katıl­mamak mümkün değil.

Bunlar aslında iktisat bilimi açı­sından teorik olarak kabul edilebi­lecek iddialar. Yani boşuna değil…

Bu iddialar birçok gelişmiş piya­sa ekonomisi üzerine yapılmış am­pirik araştırmalarla teyit edilmiş.

Ancak bizim gibi gelişmekte olan ülke ekonomilerindeki du­rum, teorinin öngördüğünden bi­raz daha karmaşık ve farklı.

Bizim için sorulması gereken asıl soru şu:

Acaba günümüz Türk sanayisi aşırı kâr peşinde koşan, son dere­cede bencil işletmelerden mi olu­şuyor? Sanmıyorum.

Buna cevap verebilmek için ön­celikle düşük olduğu iddia edilen sanayi katma değerinin nelerden oluştuğuna bir bakalım.

Bir sanayi işletmesinin aylık mali tablolarında katma değe­rin unsurları sırasıyla şunlar: 1) Amortisman; 2) personel gideri (ücret); 3) finansal maliyetler (fa­iz ve kurdan gelen), 4) kâr ve var­sa 5) kira.

Şirketler açısından, (1)-(3)’deki unsurlar yöneticilerin kontrolün­de değil. Bunlar arasında perso­nel ödemeleri tartışılabilir elbette. Ama birçok büyük sanayi işletme­lerinde ücretler sendikalarla yapı­lan pazarlıklarla belirleniyor.

Hatta bazı hallerde işçi ve işve­ren sendikaları arasındaki müza­kerelerle belirlenip, üyelere dışsal olarak bildiriliyor. Şu anda birçok sanayi işletmes,i toplu iş sözleş­me tarihlerini endişeli bir şekilde bekliyor.

Faiz ise ülkenin ekonomik ko­şullarının belirlediği, sanayinin üretim koşullarından bağımsız bir şekilde para piyasalarının öz­gün koşullarına göre belirlenen bir maliyet unsuru olarak sanayiciye dikte ediliyor. Bunda da sanayici­nin kontrolü yok.

Amortisman ise, mevzuatın be­lirlediği olanaklara göre hesapla­nıyor. O da şirketin kontrolünde değil.

Bu hesaba kirayı da dâhil eder­seniz, bu da şirketin üretiminden ve yönetim pratiklerinden bağım­sız bir değişken.

Dolayısıyla kâr ister istemez sa­nayicinin kontrolü dışındaki tüm bu gider unsurlarının dışında ka­lan bir ‘artık değer’ haline geliyor. Bu kontrol dışı gider unsurlarının yüksek olması, doğrudan sanayi şirketlerinin kârlılıklarını etkile­yecektir.

Kârın düşük olması kaçınılmaz

Eğer Türk sanayisinin katma değerinin düşük olduğu iddiası­nı kabul edersek, personel, faiz ve kira gibi giderlerin yüksek olduğu bir durumda şirket kârının düşük olması kaçınılmazdır. Hatta zarar etmek bile olasıdır.

Bu durumda sanayi kârların yüksek olduğunu iddia ederek, bu­nun enflasyon nedeni olarak ka­bul etmek doğru olmayacaktır. En azından bu ön yargı Türkiye eko­nomisinin gerçekleriyle uyuşma­yacaktır. Ülkemizdeki mevcut fi­nansal ve mali koşullar katma de­ğer ile sanayici karları arasında ters bir ilişki ortaya çıkarıyor.

Görüldüğü gibi mevcut iktisa­di şartların kısıtlamaları ülkemiz­deki sanayicilerin esas faaliyet kazançlarını kısıtlamaktadır. Ka­nımca sanayicinin kazançları enf­lasyonun sebebi olmaktan ziyade, enflasyonun bizzat kendisi sanayi­cilerin kazançlarını sınırlayıcı bir etki yaratmaktadır.

Özellikle nakit üretme kapasite­si olan işletmelerin mevcut katma değer düzeyleri bırakın yüksek kâr elde etmeyi, baskısını giderek ar­tıran finansal maliyetleri ödemeyi mümkün kılmaktadır.

Türkiye’de iş yapan işletmele­rin katlanmaları gereken ama bel­gelenemeyen bazı görünmez mali­yet unsurlarına da maruz kaldıkla­rı malum. Bu maliyet unsurlarının tartışması başka bir yazı konusu olsa da bu maliyetlerin de bir şe­kilde resmi maliyet unsurları için­de temsil edilmesi zaruridir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Ticaret savaşları 10 Nisan 2025