Bıyık ile sakal arasına sıkışmış sanayici
Enflasyonla mücadele devam ederken, geniş kitlelerin sırtına yüklenen maliyetler her geçen gün artmaya devam ediyor. Bunun en son örneğini hafta başında açıklanan ocak ayı enflasyon rakamıyla bir kez daha gördük.
Ekonomi yönetiminin 2025 enflasyon beklentileriyle uyumlu olmayan bir düzeyde gerçekleşen ocak ayı enflasyonu yüzde 5.03 olarak açıklandı.
Hemen karamsarlığa kapılmadan, şubat enflasyonunu beklemeye başladık.
Zira mart ayında TCMB Para Politikası Kurulu’nun faiz kararında referans alacağı oranlar, şubat ve mart aylarındaki enflasyon oranları olacak. Faizlerde düşüşün devam edebilmesi için bu aylarda ele edilecek enflasyon oranlarının yüzde 2’nin altında çıkması gerekmektedir.
Çıkmazsa ne olur?
İşte tam bu noktada enflasyonla mücadelede arzu edilen başarının elde edilememesinde rolü olanların kimler oldukları aranacaktır.
Zaten sanayicilerin ve onların fiyatlandırma alışkanlıklarının bu başarısızlıkta belirleyici olduğu yönünde bir inanış kamuoyunda mevcut.
Daha önceleri olduğu gibi, muhtemelen siyasetçiler yine bu algının üzerine gideceklerdir. Özellikle sanayicilerin sözüm ona kâr hırslarının ve buna bağlı olarak uyguladıkları mark-up fiyatlandırma davranışından vazgeçmemeleri gerekçe olarak gösterilecektir.
Bu gerekçenin siyasiler açısından kullanılışlı oluşunun en önemli sebebi de muhalif kesimler tarafından da bunun kabul gören bir görüş olmasıdır.
Yüksek kâr oranlarından vazgeçmeye rıza göstermeyen sanayiciler, enflasyonla mücadelenin yumuşak karnı olarak görülmektedir.
Hatta bu algının hâkim olduğu kesimlerde, bu süreçte sanayicilerin kurlar üzerinde uygulanan baskılardan ve TL’nin göreli olarak değer kazanmasından şikâyetleri devreye girdiğinde, kamuoyundan sanayicilere yönelik ciddi eleştiriler yükselmektedir.
Hemen Türk sanayinin yeterli katma değer yaratamadığı ve bu yüzden de kur desteği olmadan uluslararası piyasalarda rekabet edemediği söylenmeye başlanıyor. Bazı kesimlerde buna çare olarak sanayi üretiminin katma değerinin artırılması gerektiğini söylüyor.
Konu buradan, birden sanayinin teknoloji eksikliklerine ve Ar- Ge’ye önem vermemesine bağlan veriliyor.
Aslında sanayi de gerçekte neler yaşandığı, mevcut ekonomik koşulların sanayi faaliyetler üzerinde nasıl bir etki yaptığı dikkate alınmadığında, bu görüşlere katılmamak mümkün değil.
Bunlar aslında iktisat bilimi açısından teorik olarak kabul edilebilecek iddialar. Yani boşuna değil…
Bu iddialar birçok gelişmiş piyasa ekonomisi üzerine yapılmış ampirik araştırmalarla teyit edilmiş.
Ancak bizim gibi gelişmekte olan ülke ekonomilerindeki durum, teorinin öngördüğünden biraz daha karmaşık ve farklı.
Bizim için sorulması gereken asıl soru şu:
Acaba günümüz Türk sanayisi aşırı kâr peşinde koşan, son derecede bencil işletmelerden mi oluşuyor? Sanmıyorum.
Buna cevap verebilmek için öncelikle düşük olduğu iddia edilen sanayi katma değerinin nelerden oluştuğuna bir bakalım.
Bir sanayi işletmesinin aylık mali tablolarında katma değerin unsurları sırasıyla şunlar: 1) Amortisman; 2) personel gideri (ücret); 3) finansal maliyetler (faiz ve kurdan gelen), 4) kâr ve varsa 5) kira.
Şirketler açısından, (1)-(3)’deki unsurlar yöneticilerin kontrolünde değil. Bunlar arasında personel ödemeleri tartışılabilir elbette. Ama birçok büyük sanayi işletmelerinde ücretler sendikalarla yapılan pazarlıklarla belirleniyor.
Hatta bazı hallerde işçi ve işveren sendikaları arasındaki müzakerelerle belirlenip, üyelere dışsal olarak bildiriliyor. Şu anda birçok sanayi işletmes,i toplu iş sözleşme tarihlerini endişeli bir şekilde bekliyor.
Faiz ise ülkenin ekonomik koşullarının belirlediği, sanayinin üretim koşullarından bağımsız bir şekilde para piyasalarının özgün koşullarına göre belirlenen bir maliyet unsuru olarak sanayiciye dikte ediliyor. Bunda da sanayicinin kontrolü yok.
Amortisman ise, mevzuatın belirlediği olanaklara göre hesaplanıyor. O da şirketin kontrolünde değil.
Bu hesaba kirayı da dâhil ederseniz, bu da şirketin üretiminden ve yönetim pratiklerinden bağımsız bir değişken.
Dolayısıyla kâr ister istemez sanayicinin kontrolü dışındaki tüm bu gider unsurlarının dışında kalan bir ‘artık değer’ haline geliyor. Bu kontrol dışı gider unsurlarının yüksek olması, doğrudan sanayi şirketlerinin kârlılıklarını etkileyecektir.
Kârın düşük olması kaçınılmaz
Eğer Türk sanayisinin katma değerinin düşük olduğu iddiasını kabul edersek, personel, faiz ve kira gibi giderlerin yüksek olduğu bir durumda şirket kârının düşük olması kaçınılmazdır. Hatta zarar etmek bile olasıdır.
Bu durumda sanayi kârların yüksek olduğunu iddia ederek, bunun enflasyon nedeni olarak kabul etmek doğru olmayacaktır. En azından bu ön yargı Türkiye ekonomisinin gerçekleriyle uyuşmayacaktır. Ülkemizdeki mevcut finansal ve mali koşullar katma değer ile sanayici karları arasında ters bir ilişki ortaya çıkarıyor.
Görüldüğü gibi mevcut iktisadi şartların kısıtlamaları ülkemizdeki sanayicilerin esas faaliyet kazançlarını kısıtlamaktadır. Kanımca sanayicinin kazançları enflasyonun sebebi olmaktan ziyade, enflasyonun bizzat kendisi sanayicilerin kazançlarını sınırlayıcı bir etki yaratmaktadır.
Özellikle nakit üretme kapasitesi olan işletmelerin mevcut katma değer düzeyleri bırakın yüksek kâr elde etmeyi, baskısını giderek artıran finansal maliyetleri ödemeyi mümkün kılmaktadır.
Türkiye’de iş yapan işletmelerin katlanmaları gereken ama belgelenemeyen bazı görünmez maliyet unsurlarına da maruz kaldıkları malum. Bu maliyet unsurlarının tartışması başka bir yazı konusu olsa da bu maliyetlerin de bir şekilde resmi maliyet unsurları içinde temsil edilmesi zaruridir.