Bitmeyen müthiş U dönüşleri
AB merkezli finansal kriz müthiş U dönüşleriyle sürüyor. Bir plan açıklanıyor. Etraf biraz sakinleşiyor. Sonra hızla bozulma, daha kuvvetli bir plan, güçlü bir iyimserlik ve tekrar bozulma. Özellikle son iki hafta içinde yaşananlar baş döndürücü. Geçen hafta bu köşede Yunanistan için açıklanan plan üzerinde duruldu. Ertesi gün Yunanistan'da sokak gösterileri ve genel grev, İspanya'ya yönelik dedikodular falan derken işler yeniden kötüleşti.
Hem de ne kötüleme; hafta sonu AB 'liderleri' apar topar bir araya geldiler ve neredeyse 1 trilyon dolara varan yeni bir plan açıkladılar. Pazartesi günü ortalık toz pembeydi. Bu satırların yazıldığı salı sabah saatlerinde ise yine karamsarlık hâkim. Öyle anlaşılıyor ki bu karmaşa ortamı bizi bırakmayacak. Bari biraz soluk alıp, şu ana kadar yaşananlardan bazı dersler çıkaralım.
Sorunlara gözünüzü kapamak bir işe yaramıyor. Aksine durumu daha da kötüleştiriyor. Bir adım önce almanız gereken kararı, durum daha da kötüleştikten sonra alınca bir işe yaramıyor. "Bu işi çözemeyecekler" kaygısı ortalığı kaplayınca, o önlemler işleri daha da bozuyor. Bu sefer yine geride kalıp, sorunların peşi sıra tık nefes koşturuyor ve yeni bir önlem paketi açıklıyorsunuz. Yine aynı sorunla karşılaşıyorsunuz.
Dolayısıyla birinci önemli nokta şu: Ekonominizde ya da (AB düşünüldüğünde) üye ülkelerinizin bir kısmında ciddi sorunlar varsa, bu sorunları kangrene dönüşmeden toptancı bir yaklaşımla çözmeniz gerekiyor. Parça başı yaklaşım bir işe yaramıyor.
İki örnek: İlki, Türkiye'den ve 2000 yılından. O sırada IMF destekli iddialı bir program uyguluyordu Türkiye. Bizler açık seçik bilmiyorduk ama sonra ortaya çıkan rakamlar gösterdi ki bankacılık sektörümüz uçurumun kenarındaymış. Tüm 2000 boyunca ayak süründü sektördeki sorunların çözümü için. Mesela, programda öngörülmesine rağmen BDDK bir türlü işlevsel hale gelmedi. Sonra olanları biliyoruz. Kasımda ilk kalp krizi, sonra 2001'in şubatında ikincisi ve de ölüm! Arada bir dolu banka battı ya da kapatıldı. Kalanların sermayeleri güçlendirildi. O operasyon kamunun borcunu sıçrattı. Artan kamu borcu nedeniyledir ki Türkiye 2001'in büyük kısmını yeni bir kalp krizi beklentisi ile geçirdi. Oysa 2000 yılında uygulamaya konulan programla birlikte bankacılık sektörüne neşter vurulabilseydi, her şey çok farklı olacaktı.
İkincisi de Yunanistan'ın şu anda yaşadıklarından ve tüm dünyaya yaşattıklarından. AB'nin liderleri büyük bir bütçe açığına sahip olan ve çok yüksek borcu bulunan bir üyelerini düzlüğe çıkaracak ekonomik programı evelediler, gevelediler bir türlü yürürlüğe koyamadılar. Önce, kamuoyu önünde kurtarmaya karşı olduklarını, böyle bir kurtarmanın bugüne kadar ayaklarını yorganlarına göre uzatan ülkeler için kötü örnek olacağını açıkladılar. AB yasalarının kurtarmaya iznin vermediğini belirttiler. Öte yandan AB üyesi bir ülkenin IMF ile anlaşmasına da karşı çıktılar.
Tüm bunlara karşın, yaklaşık iki ay önce Yunanistan için bir kredi desteği anlaşmasına varılmak üzere olunduğu haberleri çıktı. Bu haberlerin çıkmasının bile Yunanistan tahvillerinin üzerindeki risk primini nasıl düşürdüğünü gördüler; yine de adım atmadılar. O haberlerdeki eylem gerçekleşmeyince risk primi giderek arttı ve Yunanistan Hazinesi yeni sattığı tahvillere daha yüksek faiz ödemek zorunda kaldı. Bu olgu ilerideki bütçe açığının ve kamu borcunun daha da yüksek olması tehlikesini beraberinde getirdi. Bu durumda, Yunanistan vatandaşlarının ezici çoğunluğu ekonomik programı destekleseler de, Yunanistan hükümeti büyük bir kararlılıkla mali disiplini sağlasa da, Yunanistan'ın sorunlarının artık bu yolla çözülmeyeceği giderek daha fazla savunulmaya başlandı. Yunanistan'ın mutlaka ekonomisindeki daralmayı durduracak ve dolayısıyla borç ödeme kapasitesini artıracak bir şeyler yapması gerektiği ileri sürüldü. Neden sonra, işler giderek kötüleşmeye başlayıp, Yunanistan'ın risk primi iyice yükselince ve kredi notu düşürülünce, kapsamlı bir plan açıklandı. Bu sefer de bu plana yönelik kendi halkından büyük bir tepki geldi.
İkinci önemli nokta para politikasının her şeye 'kadir' olduğunu sananlar için: Son yıllarda Türkiye'de sürekli 'yüksek faiz - düşük kur' politikası uygulandığını ileri sürdüler. İçi boş bir önerme ve düpedüz bir hurafe olmasına karşın çok sayıda kişi buna gerçekten inandı. Evet, sahiden inandılar. Bakın Avrupa'da bir tek para politikası var. Avrupa Merkez Bankası aylardır faizini sabit tutuyor. Oysa Yunanistan ekonomisi açısından en önemli faiz (gösterge devlet tahvili faizi) boyna oynuyor.
İki ay önce bu faiz aynı vadedeki Almanya tahvillerinin faizine göre 4.5 puan civarında daha yüksekti. Sonra işler kötüleşti ve fark 10 puana kadar çıktı. Pazar günü 1 trilyon dolarlık paket açıklanınca, ertesi iş günü söz konusu faiz farkı keskin bir düşüşle 5 puana indi.
Kriz sırasında ya da krizden sonra, gösterge faiz düzeyini belirleyen temel olgu bir ekonomideki kırılganlıklar oluyor. Para otoritesi kendi faizini ne düzeyde tutarsa tutsun, o kırılganlıkların arttığı izlenimi ortalığı kaplıyorsa, gösterge faiz de artıyor. Üstelik kırılganlık ortamında o ülkenin parası değer yitiriyor. Yani, 'yüksek faiz - yüksek kur' bir arada görülüyor. Bu da (şimdilik) çıkaracağımız ikinci ders olsun.