Birleşme ve satış işleri
Benim gibi ekonomi/işletme konusu kalemşorlarının bir ortak sıkıntısı vardır. O da genelde okurlardan ve özelde yazının tavsiyeler gönderdiği yöneticilerden bir tepki almamak. Sizin anlayacağınız “Okudum şunu öğrendim ve şöyle yapmaya karar verdim” demek bir tarafa onlardan “Halt etmişsin” veya “Çok güzel söylemişsin” şeklinde bile tepki almak bile zor iştir. Siyasi konularda yazan bazı dost köşe yazarlarının çok sayıda okur mektubu aldığını biliyorum. Meyillerine göre kimi okurları sövüyor, kimi övüyor kimi de derdini anlatacak kimse bulamadığı için yazıyor. Bizde pek öyle değil. Arada sırada bir kaç okur “Doğru söylemişsin” der biz de şükran duyarız. Bizim derdimiz söylediklerimizin bir işe yarayıp yaramadığını öğrenmek. Bir gün inşallah biri kalkıp “Okudum, şöyle uyguladım, şu oldu” diyecek elbet. Neyse, gelelim konumuza.
Bazılarına göre dolar neredeyse sabit, hisse senedi piyasası yüksek, enflasyon düşük. Yani, işler iyi gidiyor gibi görünüyor. Buna rağmen ekonomik krizden bahsedenlerde var. Bakın yazarın biri 2016 yılında ne demiş: “Ekonomik durum iyiye gitmiyorsa reel sektör bir sürü olumsuzluk arasında iki tanesine karşı özellikle hazırlıklı olmak zorundadır. Bunlar (1) Talebin ya satılan miktar ve/veya eder olarak düşmesi ve (2) Girdilerin pahalılaşması olarak adlandırılabilir... Şimdi reel sektördesiniz. Ne gibi hazırlık yapmalısınız...iki şeyi değişik oranlarda yapabilirsiniz... Biri likit kalmak, ikincisi stok tutmak... Nasıl likit kalınır? O göreceli olarak kolay. Likit kalmanın en kısa yolu bulabilirseniz işletmenin tamamını veya bir kısmını satmaktır...1” Yazar işletmelerin krizden korunmak için likit kalmalarını, bunun için de becerebiliyorlarsa işletmelerinin tamamını veya bir kısmını satmalarını önermiş.
Globalleşmeyle birlikte Dünya’nın geneli ve Türkiye işletmeler için birer ülke değil işletme ve mal satıp alacak birer Pazar oldular. Zaten globalleşme denilen şey bundan başka bir şey değil. Ben Uluslararası Ticaret Merkezi’ne (ITC UNCTAD/WTO) danışman olarak Asya Pasifik sorumlusu unvanıyla girdiğim yıl 1989. O yıllarda bu globalleşme başını almış gidiyordu. Benim üniversite eğitimimi aldığım yıllar 1964-1974. O sıralar globalleşme filan yok. Söz gelimi, Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu vardı. Bir de 17 Sayılı Kararname. Benim yaşımdakiler bilir. Sınırda cebinizde merkez bankasının verdiği dolardan bir dolar fazlası çıksa uluslararası kaçakçı muamelesi görürdünüz. Diyeceğim o ki o zamanlar böyle şimdiki gibi yurtdışından şirket al, yabancılara şirket sat, döviz getir, döviz götür sıkı denetim altında. Sonuçta benim bildiğim dünya gitti yerine bugünkü dünya geldi. Yani öğrendiğim, yaşadığım bir çok şey değişti.
Değişen şeylerden biri artık şirketlerin peynir ekmek gibi satılabilmesi. Söz gelimi, Rekabet Kurulu, 2016’da 209 birleşme ve satın alma işlemine onay vermiş. Bunlardan 107 tanesi yabancılar tarafından satın alınan Türk şirketleri. Türk-yabancı ortaklığıyla satın alınan Türk şirketlerinin sayısı ise 50. Türk şirketlerinin yabancılara satışı 2017 yılında da devam ediyor. Ulaştırma sektörünün önemli kuruluşu TAV’ı Fransızlar satın aldı. MNG Kargo, Dubai merkezli bir yabancı şirkete satıldı. Hintli endüstri topluluğu Mahindra & Mahindra Türkiye'de bayi ağına sahip olmak ve Avrupa'daki tarım makinaları ürünlerinin sayısını artırmak için tarım makinaları üreticisi Hisarlar Makina'nın yüzde 75.1'ini satın aldı. Borajet, Peyman, Polisan ve Banvit gibi şirketler de satıldı. 6 Şubat 2017 tarihinde gazetenize demeç veren Pragma’nın Yönetici Direktörü Kerim Kotan “Şu anda Türkiye’de hiç olmadığı kadar satılık şirket var. Her ay kapımızı 10 şirket çalıyor. Satıcı tarafta ‘şimdi satmazsam hiçbir zaman satamayacağım’ algısı oluştu” diye demişti. Hüsnü kuruntum odur ki (gençler bilmez hüsnü kuruntu olasılık dışı olduğu halde güzel bir şeyin olacağını sanma, hayal etme, buna kendini inandırma demektir) yazdıklarımı okuyanlar var.
Değinmek istediğim konu benim gençliğimden bu yana değişmeyen bir tartışma: Rekabet. Benim gibi korumacı ekonomik düzende büyüyenler rekabetsiz ekonomiye alışıktırlar. Komünist ve sosyalistler de rekabeti kapitalizmin bir icadı olduğu için kaynak israfı olarak görürler (Şimdi sosyalist ve komünist arkadaşlar kızacak ama maksadım felsefelerini basite indirgeyip eleştirmek değil. Sadece herkesin “rekabet iyidir” demediğine dikkat çekmek). Öte yandan klasik ve neo-klasik liberaller rekabetin kamuya yarar sağlayacağı konusunda hem fikirdirler. Onlara göre rakiplerin piyasada birbirlerine üstünlük sağlama çabaları etkinliği arttırır ve bunun sonunda halk daha iyi malı daha ucuza elde eder. Bu nedenle liberal ekonomi düzenini uygulamaya uğraşan ülkelerde devlet rekabeti gözler ve rekabeti ‘azaltacak’ girişimleri önlemeye çalışır.
Bizde de böyle bir kurum var. Rekabet kurulu. Bakın bu kurul misyonunu nasıl veriyor: Rekabeti sınırlayıcı anlaşmaları, hakim durumun kötüye kullanılmasını ve rekabeti önemli ölçüde azaltacak birleşme ve devralmaları önlemek üzere piyasaları izlemek, düzenlemek ve denetlemek. Yani benim değindiğim şeyi yapmak üzere özellikle kurulmuş.
Buraya kadar iyi. Piyasalarda tekelleşmeyi önlemek liberal ekonomik düşünceye göre kamu yararına bir fikir. Fikir güzel ama iki tane sorun var. Bir tanesi bu tür kurumların borusu sadece kendi ülkelerinde öter. Uluslararası anti-monopol düzenlemesi yapacak bir kurum yoktur. Yani, rekabet kurulu Türkiye’de zurna imalatının tek bir firma elinde tekelleşmesine izin vermeyebilir ama, zurna imalatçıları Türkiye’de birbirleriyle boğuşurken uluslararası piyasalarda bir firmanın tekelleşmesine mani olamaz. İkinci ve daha da önemlisi, tekelleşmenin ne demek olduğunun yorumu ve ölçülmesidir. “Canım bunu bilmeyecek ne var?” demeyin. Bu oldukça zor bir iştir. Bu konuya ileride değineceğim.
Okurları gelecek yazılara ısıtmak amacıyla bir satış örneği vereyim. BRF ve Qatar Investment Authority, Banvit'i satın almak için bir ortak sermaye girişimi oluşturdu ve Banvit satıldı. Banvit’in yönetim kurulunda artık Görenerler, Perese, ve Alhashmi yok onların yerine Rohner, Rodrigues, Stephano, Al-Hemaidi ve Vimercati var. Anlaşılan Banvit artık BRF’e ait OneFoods şirketinin şemsiyesi altında çalışacak. One Foods ‘helal et’ pazarına yönelik 2017 kurumlu bir şirket. Başında da yeni misafirimiz bay Rohner var. OneFoods, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Suudi Arabistan ile Umman'daki piliç eti pazarının yarısına sahip. Dünyanın neresinde olursanız olun bir pazarın yüzde 50’sine sahip olmak yeteri kadar ‘konsantrasyon’ demektir ki rekabet kurulları hareket geçer. Geçer de kimin hangi rekabet kurulu OneFoods’a hop diyecek? Neden desin ki?
Sağlıcakla kalın