"Birinci çeyreği geride bırakırken.."

Emre ALKİN
Emre ALKİN PAYLAŞMASAK OLMAZDI [email protected]

Dünya ekonomisi kırılgan bir süreçte diyebilirim. Başta ABD olmak üzere, Çin ve Almanya’da büyüme oldukça hassas dengeler üzerinde devam ediyor. Diğer taraftan milli gelir konusunda başı çeken ülkelerin borçluluk konusunda da en ön sıralarda olduğu gözden kaçmıyor. Özellikle G7 ülkelerinin bu şekilde devam etmesi halinde 2050 yılında kamu borcu/milli gelir oranlarının % 441 olacağı göz önüne alındığında, çözüm yolunun bir “kaos” ya da “savaş”tan geçtiğini iddia edenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Ekonomik problemlerin çözümü artık ekonomide aranmıyor maalesef. Adalet, insan hakları ve eğitim konusunda çıtayı daha yukarı koymak, tüm problemlerin çözümü, ancak güncel siyasetin tarzı buna müsaade etmiyor.


Yine de temelden bakıldığında gelişen ülkelerin büyüme performansının geride bıraktığımız 50 yıla göre, gelecek 50 yılda çok daha kuvvetli olacağını görebiliyoruz. Endonezya’nın 2050 yılında dünyanın 4. büyük milli gelirine sahip olacağı, Meksika ve Brezilya’nın aynı tarihlerde İngiltere ve Fransa’yı geride bırakacağı öngörülüyor. Türkiye’nin satın alma gücü paritesine göre 2050 yılında milli gelirde 14. sırada olacağı da bir başka beklenti. Elbette bugün yaşadığımız sorunların yerini başka sorunlar alacak gelecekte. Buna rağmen büyüme potansiyelinin değişeceğini düşünmüyorum. Maalesef gelişen ülkelerde zihniyet devrimi yapılamadığı için milli gelir büyüklüğüne rağmen kalkınmışlıkta geri kalacaklarını da görüyorum.

Bugüne dönersek, küresel ekonomide ağırlığı bulunan ülkelerin sıralaması geride bıraktığımız 30-40 yılda değişti ama ABD’nin 1871’den beri sıralaması değişmiyor. Sadece ekonomik büyüklükte değil, bilim ve teknoloji, uzay çalışmaları, spor, sanat, müzik ve diğer sosyal dallarda liderlik yapan bir ülke. Bunu da kuruluşundan bu yana göçmenlerin getirdiği bilgi ve görgüyle başarıyor. Adalet, hak ve özgürlükler ve eğitim alanlarında yarattığı yüksek kalite sayesinde bugün demokratik dünyanın lideri ve “haydut ülkelerin” korkulu rüyası. Ancak Obama ile başlayan ve Trump ile devam eden süreçte ABD, elindeki gücü doğru şekilde kullanmadı. Dünya ithalatının 3’te 1’ini gerçekleştiren bu ülkeye mal satmak birçok ülke için ciddi gelir getiren bir uğraş. Ancak ABD yavaş yavaş petrol tedariğinden başlayarak giderek “ithal ikameci” bir modele doğru yürümeye başladı Bu durum ne dünya ne de ABD için olumlu bir gelişme değil. Amerikan şirketlerinin önemli bir kısmının yurtdışı faaliyetleri var ve yurtdışında ürettikleri malların önemli bir kısmını yine ABD’ye satıyorlar.

Diğer taraftan ABD dünyanın en borçlu ülkesi. Dünyadaki toplam borcun %30’undan fazlasını ABD yapmış gözüküyor. Halbuki toplam gelirden aldığı pay %24. Dolayısıyla bu borcun sürdürülebilir olmaktan giderek uzaklaştığı, ABD'nin de radikal çözüm arayışlarında olduğu gözüküyor. Ancak bu arayışın yan etkileri maalesef kan ve göz yaşı oluyor. Ortadoğu, Latin Amerika ve dünyanın diğer bölgelerine yaptığı müdahaleler güven değil güvensizlik yaratıyor.

Bugün ABD en az Suudi Arabistan kadar petrol üretiyor ve bu gelişme dünyadaki dengeleri değiştirdi diyebilirim. Petrol fiyatları üzerinde ciddi bir baskı kuran ABD yönetiminin teknolojiden çok savunma sanayi ürünleri ihraç etmeye doğru evrilen politikaları, sivil teknolojiler konusunda ABD’nin 1990’lardan beri elinde tuttuğu liderliği kaybettirecek gibi gözüküyor.

"Dünyanın her tarafı sıkıntılı.."

Şimdi dünyanın ikinci büyük ekonomisine dönelim: Çin devlet başkanının Anayasal değişiklik yaparak “ömür boyu başkanlık” imkanını yarattıktan sonra, bu zamana kadar devam ettirilen “milyarlarca ürünü ucuza sat” politikasından tamamen vazgeçildiğini görüyoruz. Bu paradigma değişikliğine şu ana kadar sadece Çin değil, dünyanın geri kalanı da ayak uyduramadı. İkinci Dünya Savaşı'ndan önce Çin’in yaşadığı ciddi deflasyon-enflasyon sürecinin nüfus büyüklüğüne dayalı ekonomi politikalardan kaynaklandığını unutmayan yöneticiler, marka-tasarım-inovasyon-yüksek teknoloji üretimi temelli bir büyüme modelini ortaya koydular. Bu durum ABD’yi korkuttu diyebilirim. Ancak Çin’in “dünya liderliği” konusunda iddialı yorumlar yapamıyorum. Popüler kültür, sanat, spor ve diğer sosyal aktivitelerde ABD ve AB’nin ezici üstünlüğü var. Sonuçta kimse “keşke sabah Çinli gibi uyansam” demiyor. Herkes Batı’yı örnek alıyor. O şekilde yaşamak istiyor.

Elbette Brexit ve diğer gelişmeler de bizleri yakından ilgilendiriyor. Avrupa Birliği ile sıkıntılı seyreden ilişkiler, Avrupa Parlamentosu’nun tavsiye kararı, ABD ile S-400 füzeleri sebebiyle yaşanan gerginlik üzerine bir de Brexit eklenince, “acaba Türkiye başka ittifaklara mı bakmalı ?” sorusunu gündeme getirdi. Elbette her türlü alternatifin değerlendirilmesi gerekir.

Ancak, Türkiye’nin Doğu'da veya Batı'da ekonomik işbirliklerine girmesi için menfaatinin nerede olduğuna bakması gerekiyor. Doğu'ya doğru ciddi bir dış ticaret açığı verdiği, komşularıyla ve Avrupa’yla da kuvvetli ve kazançlı ilişkiler içinde olduğu gözüküyor. Türkiye’nin Çin ve Hindistan’a verdiği dış ticaret açığını kapatması eldeki şartlarla mümkün gözükmüyor. Yani bu ülkelere mal veya hizmet satarak dış ticaretimizi dengelememiz mümkün değil. Dolayısıyla dış ticaret diplomasisi açısından kendisine güç ve kazanç sağlayan birliktelikler gerekiyor Türkiye’ye. Gümrük Birliği penceresinin her ne kadar dar geldiği söylense de, Türkiye’ye ciddi kazançlar sağladığı da ortada.

Ancak AB’nin diğer ülkelere yaptığı ikili anlaşmalara Türkiye’nin dahil edilme süreci sancılı şekilde devam ediyor. Bu sıkıntının çözülmesi Türkiye’yi başka ya da ilerde problem yaşayacağı birlikteliklere sürüklenmesini engelleyecektir diye düşünüyorum.

Son olarak Davos Toplantısı’na katılan 400 CEO’nun da altını çizdiği endişeyi hatırlatmak istiyorum: Firmaları temsil eden üst düzey yöneticiler bir anda başlayacak bir durgunluk konusunda endişeliler. Bu durum satın alma davranışlarını da doğrudan etkiliyor. Merkez Bankası ve Finans Kurumları temkinli duruşa devam ettikleri sürece, piyasaların arzu ettiği neşeli hava gecikecek gibi gözüküyor. Bu durumu sürekli dalgalanan para ve sermaye piyasalarından takip edebilmek mümkün.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar