Birim maliyetler çok şey söylüyor

A. Levent ALKAN
A. Levent ALKAN [email protected]

 

FED’in tahvil alım programını azaltıcı adımı sonsuz likidite algısını değiştirip, küresel sermaye hareketliliğine yeni bir yön kazandırıyor. Gelişmekte olan ülkelerin bozulan küresel risk algısı faizde 400bps artışı getiriyor. Böylece yeni bir seviye tanımlanıyor. Kurda hızla artan oynaklık, makroekonominin hedeflerinde revizyon şeklinde olgunlaşıyor. Merkez bankası (MB) dövize doğrudan müdahale etmekten son ana kadar kaçınıyor. Yine de rezervlerindeki erimenin önüne geçmek mümkün olamıyor. MB faiz ve zorunlu karşılıklar kanalıyla oynaklığın belirli aralıklarda kalabilmesini, baştan beri hedefliyor. Ancak 4 Ocak 2010’daki 1.819 sepet kur, 28 Haziran 2013’da 2.210 yükselişiyle %22 değişimi kaydediyor. Bu artış, dönemin %28 TÜFE enflasyonunun %4.68 altında kalmış bir reel değerlenmeyi ifade ediyor. MB’nın dövize müdahaledeki sınırlı gücü, günlük borç verme faizini artırarak ve sterilize edilmemiş döviz satarak oynaklığı kontrol etmeye itiyor.

Suriye ve seçim ekonomisi harcamaları etkileyecek

Oynaklığımız küresel risk algısındaki değişimden, dünya ekonomisindeki gelişmelerden, Suriye’de üstleneceğimiz rolden, seçim ekonomisi harcamalarından doğrudan doğruya etkilenecektir. MB, brüt döviz rezervini Ocak 2010-Haz 2013 dönemi aydan aya kaydırmalı yıllık ortalama %12.7 artışta tutabiliyor. Bunun risk algısının artığı dönemlerdeki kullanım alanı olan, özel ve kamu sektörü kısa vadeli dış borç toplamı aydan aya kaydırmalı yıllık ortalama %27.3 artışla, dur durak bilmiyor. Yani kısa vadeli dış borçlanma tercihimiz rezervlerimizin 2.14 katı fazla oluyor. “Brüt rezerv/Kısa vadeli dış borç” oranı Ocak 2010 da 1.48 iken, Haziran 2013’de 0.84 seviyesine düşüyor. Öte yandan kurda oynaklık pek dinecek gibi durmuyor. Günlük oynaklıkta yıllık ortalama seyir 25 Mayıs – 26 Ağustos döneminde %8.94 artıyor. İç siyaset, dış siyaset, yerel ve uluslararası ekonominin eş güdümlü kıskacı; sepet kur ve gösterge faiz üzerindeki baskısını öne çıkartıyor. Sektörler önceleri değerli TL ile küresel rekabet ortamında arkalarında para politikası desteğini bulamamışlardır. Şimdilerdeyse yeni yatırım ortamının dış ticaret açığını azdıran, kar marjlarını azaltan, istihdamını daraltan olumsuzluklarından etkileniyor. Ocak 2010’u 100 kabul ederek ihracat ve ithalat birim maliyetlerini Haziran 2013’a kadar geçen 3.5 yıl boyunca irdelersek, ekonominin geneliyle ilgili önemli ipuçlarına ulaşıyoruz.

Birim maliyet farkları ithalatın lehine gerçekleşti

2008 yılı sonrasındaki ihracat, en yüksekten en düşüğe doğru üç ana sektör özelinde toplanıyor: Otomotiv ve otomotiv yan sanayi, demir çelik, hazır giyim. Ocak 2010-Haziran 2013 döneminde ithalat ile ihracat arasındaki birim maliyet farkı, ithalatın lehine %2.84 daha fazla gerçekleşiyor. İthalat ihracat maliyet farkı, %2.84 genel ortalamanın üstünde 5 sektöre yansıyor: Sanayi için işlem görmemiş hammaddeler, dayanıklı tüketim malları, yarı dayanıklı tüketim malları, binek otomobiller, işlenmemiş yiyecek ve içecek tüketim malları.

Acıdır ki, ithal ihraç birim maliyet farkını dış ticaretimizin en yoğun gerçekleştiği sektörler yaşıyorlar. Sanayi Ağustos 2007’den beri süregelen kriz döneminde, kar marjlarındaki daralmanın yüksek maliyetine faaliyet dışı gelirlerinden desteklerle katkı sunuyordu. Yüksek dış borçlanma eğilimi ve carry trade mekanizmasıyla bugüne dek bir ölçüde kayıpları telafi etmek mümkün olabiliyordu. 25 Mayıs’ta başlayan FED’in likiditeyi kısan politikasından sonra hem cari faizler hem de beklenen faizler hızla yükselince, sanayinin en önemli gelir desteğinin de baltalanması önlenemiyor. Bakalım bundan sonra sanayi bu düğümlenen politikaları nasıl çözebilecek ve küresel rekabette boy göstermeyi sürdürecek.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar