Biri kapanırken diğeri açılıyor
İkiz açık (twin deficit) tabir edilen bir ülke ekonomisinin aynı anda hem cari açık, hem de bütçe açığı veriyor olma durumunun “sürdürülebilir” olmadığı çokça dillendirilen bir görüştür. Nitekim, Türkiye krize girdiği 2000 senesinde milli gelirin yüzde 3.6’sı oranında cari açık verirken kamu kesiminin borçlanma gereğinin (KKBG) milli gelire oranı da yüzde 8.7 olmuştu. Sonrasında ise İMF’nin kemer sıkma programlarıyla birlikte KKBG ortalama büyüme oranının altında kalmış, ve bu da kamu borçluluğunun milli gelire oranının yıllar içerisinde giderek azalmasını sağlamıştı. (2005-2018 yılları arasında KKBG oranı ortalama olarak yüzde 1 oldu).
Aynı dönemde, cari açığımız ise giderek büyümeye başladı. Dönemin ilk kısmı olan 2002-2008 arasında Türkiye ekonomisi ile ilgili olumlu algı, sonrasında ise küresel likiditedeki anormal artış sayesinde Türkiye daimi yüksek cari açık veren bir ülke haline geldi. Dönemin tamamında ortalama cari açık yüzde 5 oldu. Ağustos 2018’deki kur artışıyla tetiklenen kriz sonrasında ise cari açıkta hızlı bir gerileme yaşamaktayız. Haziran 2018’de 57 milyar dolar olan 12 aylık cari açık bu Haziran itibarıyle sıfırlanmış vaziyette. Eğer petrol fiyatları düşmeye ve turizm gelirleri de artmaya devam ederse, 2019 toplamında 5-10 milyar dolar fazla bile görebiliriz.
Öte yandan, son dönemde bütçe açığında ise anormal hızlı bir artış söz konusu. İlk 7 ay sonunda bütçe açığı geçen senenin aynı dönemine göre yüzde 53 artarak 69 milyar TL’ye ulaşmış durumda. Üstelik, bu toplam kamu kesimi açığını yansıtan bir rakam da değil. KİT’lerin, diğer kamu kuruluşlarının ve özellikle kamu bankalarının görev zararlarındaki artışlar dahil edilse, açık çok daha yüksek çıkacaktır. Gelirler tarafında ise tek defalık gelirlerin ileriye dönük bütçe projeksiyonları yaparken dikkate alınmaması gerekiyor. Örneğin, geçen senenin ilk 7 ayında bu tarz gelirlerden olan Hazine portföyü ve iştirak gelirleri 14.5 milyar TL iken, bu senenin aynı döneminde bu gelirler 62 milyara tırmanmış durumda!
Temmuz’da bütçe dengesinin fazla çıkmasının da tek nedeni Merkez Bankası’nın yedek akçelerinden yapılan ve “Hazine portföyü ve iştirak gelirleri“ altında gözüken 22.3 milyar TL’lik para transferi. Temmuz ayı içinde yapılan kanun değişikliği ile Merkez Bankası’nın senelik kârından ayrılan ihtiyat akçelerinin son sene dışındaki tamamı Hazine’ye aktarıldı. Bu da toplamda 40.8 milyar TL’ye denk gelmekte. Bu miktarın yarısı 25 Temmuzda gerçekleşirken, geri kalanı ise 1 Ağustosta aktarıldı. (Bunun sebebi Ağustos bütçesine gelir yazıp gene aylık bütçeyi olduğundan daha iyi gösterebilmek olmalı.) Olağan gelirler ve/veya borçlanma yoluyla yapılmamış bu tip finansman yöntemleri bir çeşit “para basma“ olarak nitelendirilmekte.
Türkiye’de devlet bütçesinin en önemli sorunlarından biri gelir ve kurumlar vergisi gibi dolaysız vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki oranının düşük olmasıdır. Bu da ister istemez bütçenin KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerle finanse edilmesine yol açmış durumda. Bu vergilerin önemli bir bölümü ithalattan sağlanan gümrük vergileri ve KDV’ler. Bu nedenle, bugüne kadar ilginç bir şekilde cari açık artarken, (ithalattaki artıştan dolayı) genellikle bütçe gelirlerinde de artış sağlanır, ve bütçenin fazlaca açık vermesi önlenmiş olurdu. Ancak bugün geldiğimiz durumda, hem ithalatta, hem de iç ekonomik faaliyetlerdeki süregelen durgunluk nedeniyle, maliyenin reel gelirleri çok azalmış vaziyette. İlk 7 ayda toplam vergi gelirlerindeki artış oranı sadece yüzde 4.8. (İlk 7 aydaki ortalama enflasyon oranının 18.6 olduğunu dikkate alırsak, bu çok ciddi bir reel azalma anlamına geliyor.)
Sonuçta, bu sene cari denge fazla verirken, bütçe rakamlarında ciddi bir kötüleşme göreceğiz. Hükümet politika faizlerini düşürüp kredilerde artış yaratmaya çalışırken, kamu kesimi borçlanma gereğindeki artış ise faizler üzerinde yukarı yönlü bir baskı oluşturacaktır.