Birbirlerini mi, yoksa zıkkım mı yesinler?
Yemekteyiz, ama neyi?
Ne oldu bizim kültürümüze diye büyük bir şaşkınlık içinde bakıyorum çevreme. Değerlerimiz nasıl kayboldu gitti ve gidiyor. Son günlerde çok izlenen bir TV programı ile bunu bir kez daha gözlemliyorum.
Bu bir yemekli program. Her hafta programa beş kişi katılıyor ve her gün bir katılımcı yemek hazırlıyor. Birlikte bu yemek yeniyor ve eleştiri yapılıp kişilere puan veriliyor. Beşinci gün sonunda en yüksek puan alan para ödülünü kazanıyor.Yemek yeniyor ama bu arada bazı değerlerimiz de yeniyor. Önce bir kanalda idi, şimdi benzerleri de yapılmaya başlandı.
Nimete saygısızlık
Biz ekmeğe, yiyeceğe saygı gösterilen bir kültürde büyüdük. Yerde bir ekmek bulduğunda öpüp başına koyan bir kültürle. Çünkü bizi yetiştiren nesiller savaşlar ve kıtlıklar görmüştü. Bir dilim ekmeğin bile ne kadar önemli olduğunu bilirdi o nesiller.
Ekmek, tüm yiyeceklerin bir sembolü olarak, kutsal görülür. Ekmek ve kuran yan yana konur. Örneğin, ekmek üstüne yemin edilir; "Ekmek-kuran çarpsın" denir. Çünkü ekmek, tohumun tarlaya atılmasından soframıza gelinceye kadar doğanın bir mucizesini ve onun arkasındaki yoğun emeği simgeler.
Bu sözünü ettiğim televizyon programlarında yiyecek saygısızca horlanıyor, ziyan ediliyor. Örneğin yarışmacı, başkasının hazırladığı yemeği çoğu kez çatalın ucuyla tadıyor ve yüzünü ekşitiyor. Suratına takındığı tavrı görünce sanki yemek değil de başka bir şey yiyor sanıyorsunuz. "Beğenmedim, damak zevkime uymuyor" diyor. Tabağındaki yiyeceği çöp eşeler gibi karıştırıyor. Eşeleme işlemi bitince yiyeceği kenara itip, masaya konulacak ikinci kurbanını bekliyor.
Yemeğin sonunda yarışmacı kameraya yorum yapıyor, "Doymadım, aç kalktım sofradan". Bunu duyan sağduyulu kişilerin "Keşke zıkkım yeseydin" dediklerini işitiyorum. Çünkü o beğenilmeyen yiyecekleri yemek için neler verecek açlar var; yeryüzünde ve de ülkemizde. Krizin delerek teğet geçtiği ülkemizde. Emeklilerin ucuz ekmek alacağım derken kuyruklarda öldüğü ülkemizde. İftar çadırlarının hınca hınç dolduğu ülkemizde. Ve bu ekonomik kriz ortamında, böylesine bir umursamazlığı, bu saygısızlığı kabul edemiyorum.
Görgüsüzlük
Birbirini tanımayan beş kişi bir araya getiriyorsunuz. Ortaya da hatırı sayılır bir parayı (asgari net ücretin hemen hemen 21 katı) ödül olarak koyuyorsunuz. İnsanları kameralı arenaya salıyorsunuz. Adeta herbiri bu ödüle aç aslan. Yiyin birbirinizi diyorsunuz. Bir sosyolojik deney olarak ilginç bir kurgu. Para uğruna, kendini gösterme uğruna, bir yığın görgüsüzün neler yapabileceğine tanık oluyorsunuz. (Haksızlık yapmak istemem, aralarında gün görmüş, hanımefendi ve beyefendiler de oluyor)
Yapılan bazı yorumları izleyince hayretler ediyorum. Evet, bazı yorumlar kazanma hırsı ile söylenen desteksiz salvolar. Ama insanların vücut dilinden anlıyorsunuz ki, bazı yorumlar da kişilerin gerçek düşünceleri. Bazı insanların ne kadar kapalı bir yapıya sahip olduğunu görüyorum. Örneğin, bir yiyeceğin birden fazla pişirme çeşidi olabileceğini görmemişler; görünce de kabul edemiyorlar. Alıştığının ötesine gidemeyen bir kabızlık var.
Diğer ilgimi çeken bir olgu da, bazı insanlardaki cahil cesareti. Boş teneke daha çok ses verir gerçeğine uygun olarak, bir otorite gibi habire konuşmaları. Sanırsınız ki, kişi dünyanın en ünlü lokantasının 40 yıllık aşçısı. Bu programlar izlenirse buradan çok iyi politikacıların çıkacağına inanıyorum
Sonuç
Maslow'un ihtiyaçlar silsilesinde toplum olarak daha ilk katmanda olduğumuz için yemek ile ilgili programların izlenme oranı yüksek. Bu fırsatı değerlendirip insanımızı eğitmeliyiz diye de düşünüyorum. Örneğin, görgülü-bilgili bir kişi konulup, yapılan yanlışlıklar üstünden gidilerek doğruları anlatılabilir; yemek adabı öğretilebilir, nimete saygı öğretilebilir. Başka türlü topluma hızla egemen olan bu kültürsüzlük ve görgüsüzlüğü nasıl düzelteceğiz? Yoksa bırakın insanlar istediğini yesin, zıkkım yesin, isterlerse de birbirlerini yesinler mi diyorsunuz?..