Biraz Avrupa'dan biraz Çin'den...
2009 Mart ayında dipten dönerek yılı yükselişle tamamlayan dünya borsaları 2010 yılına da hızlı bir başlangıç yapmışlardı. Ancak Ocak ayının ikinci yarısında euro bölgesindeki sorunlar ve Çin'de parasal sıkılaştırmaya yönelik gelişmeler nedeniyle bu yükseliş bir miktar tersine döndü.
Son haftalarda piyasalardaki görünümün kısmen düzeldiğini görmekteyiz: Nitekim Yunanistan borsası 8 Şubat'ta gördüğü dip seviyelere göre %15 değer kazandı. ABD ve Avrupa borsaları da olumlu etkilenirken, S&P 500, Fed'in faizleri uzun süre düşük seviyede tutacağını yinelemesinin desteği ile son 17 ayın en yüksek seviyesine gelerek 1.150 seviyesindeki direncinin üzerine çıktı.
Yunanistan milli gelirinin %2.5'una (5 milyar euro) yaklaşan ek mali önlem paketi hazırlarken, bütçe açığını 2009 yılındaki %12.7 seviyesinden, 2010'da %8.7'ye düşürecek planını Avrupa Komisyonu'na sundu. Olumlu karşılanan plandan sonra bu haftaki AB ülkelerinin maliye bakanları toplantısında Yunanistan'a yardım için hazır olunduğu belirtilse de yardımın yöntemine ve miktarına ilişkin detaylar belirsiz. Ayrıca bazı görüşler yardım konusunda IMF seçeneğini de ortaya koymakta. 25-26 Mart'ta AB liderleri toplantısından daha net bir görünüm ortaya çıkması beklenebilir. Bu süreçte belirsizlikler piyasalarda dalgalanma yaratabilir. Ayrıca Yunanistan'ın Mayıs sonuna kadar 20 milyar euro itfası mevcut.
Avrupa Komisyonu başlıca euro bölgesi ülkelerinin öngördükleri istikrar planlarına ilişkin değerlendirmelerini yayınladı: Buna göre Euro bölgesine- Güney Avrupa dışında- genel olarak bakıldığında Avrupa Komisyonunun kısa vadede zorlayıcı mali tedbirlerden ziyade tavsiyelerde bulunduğu göze çarpıyor. Özellikle 2010 yılı mali hedeflerinden ziyade 2011 ve sonraki yıllara odaklanılıyor. Maliye politikalarının sıkılaştırılması euro bölgesinde henüz tamamlanmış değil ve bölge daha uzun bir süre düşük iç talep büyümesi ile karşı karşıya. Güney Avrupa ülkelerinde ise durum yüksek kamu borçlulukları nedeniyle daha problemli.
Dünya borsalarında yaşanan daha olumlu havaya rağmen, Çin borsasının negatif ayrışmasını sürdürdüğü ise dikkat çekiyor. 2010 yılının başından beri Şangay borsası %7 değer kaybetti. Aynı dönemde S&P 500; %5 değer kazanırken, Japonya Nikkei'deki artış ise %3.
Çin borsasındaki düşüş bir öncü gösterge olabilir mi?
Çin borsası, Ekim 2007'deki zirve seviyesinden sonra dünya borsalarından yaklaşık 6 ay önce düşüşe geçerken, ABD borsalarındaki düşüş ise 2008 Nisan ayında hızlanarak Lehman Brothers'ın iflas ettiği Eylül 2008'den sonra derinleşti.
Çin borsası yükselişte de önde gitti: Şangay endeksi, Ekim 2008'de dip noktasını gördükten sonra ABD borsalarından 5 ay önce yükselmeye başladı. ABD borsaları ise Mart 2009'a kadar gerilemelerini sürdürdükten sonra hızlı bir toparlanma sürecine girdiler.
Çin borsasında yaşanan gerilemede ise, Çin'deki parasal sıkılaştırmanın Çin ve dünya ekonomisinde büyümeyi yavaşlatma yolunda bir etki yaratabileceği değerlendirmeleri etkili oluyor:
Ancak bazı görüşler bunu kuvvetli bir argüman olarak değerlendirmemekte: Öncelikle, Çin 2010 yılında da 1.1 trilyon $ tutarında (+%19) ekonomiyi destekleyici, sağlam bir kredi büyümesi öngörüyor. Ayrıca, önümüzdeki günlerde bankaların karşılık oranlarında artış sürse dahi bunun politika duruşunun sıkılaştırıldığı anlamına gelmeyebileceği değerlendiriliyor. Bu uygulamanın döviz rezervleri ve dolayısıyla banka rezervleri artmakta olan Çin'de hükümetin öngördüğü kredi artışının üzerinde bir yükselişi engellemesi açısından gerekli olabileceği belirtiliyor. Ayrıca bazı görüşler yükselen enflasyon nedeniyle önümüzdeki aylarda faiz artışı olabileceğini değerlendiriyor. Ancak olası bir artırım, piyasalarda başlangıçta dalgalanmaya sebep olsa da makro tarafta önemli bir etki yaratması beklenmiyor: Zira 12 aylık borç verme oranı %5.3 ile çok düşük seviyelerinde; burada görülebilecek artışların çift haneli büyüyen bir ekonomide kredi kısıtlamasını getirmesi açısından kayda değer bir etki yaratması beklenmiyor.
Piyasalarda öne çıkan gündem maddesi de Çin'in ardından Almanya'nın da iç talebini canlandırması gerektiği yönündeki açıklamalar oldu: Almanya'nın ücret artışlarını sınırlı tutarak ihracatta rekabetçiliğini koruduğu, bu durumun da diğer Euro ekonomilerinin aleyhine işlediği yönünde görüşler var. Almanya 2009 yılına kadar dünyanın en büyük ihracatçı ülkesi olup, ihracatının milli gelirdeki payı %40'ın üzerinde. Diğer başlıca euro bölgesi ülkesi Fransa'da bu oran %25'in altında.
Krizle birlikte global dengesizler ve bu dengesizliklerin azaltılmasının gündemdeki yeri artıyor... Almanya'da ihracatın büyümede motor olduğu düşünüldüğünde kısa vadede mevcut görünümde bir değişiklik olması zor gözüküyor. Ayrıca işsizlik %8.2 ile yüksek seyrini sürdürüyor dolayısıyla ücretlerin kısa vadede artırılması mümkün görülmüyor. Durağan iç talebi canlandırmak için, vergi teşviklerinin bir diğer seçenek olduğu belirtiliyor.