Bir “şiir müzisyeni”nin öyküsü
Zor günler, daha çok okumaya, daha fazla müzik dinlemeye yöneltiyor. Hele bir de edebiyat, müzikle birleşirse… Usta bir şairin, iyi bestelenmiş bir şiirini iyi bir yorumcudan dinliyorsam, bir süreliğine de olsa bir hayal dünyasına, bir masal ülkesine yolculuk yapıyorum. Sıkıntılardan, üzüntülerden “bir CD boyu” uzaklaşmaya çalışıyorum edebiyatın ve ezgilerin sermestliğinde…
Bu sabah da öyle oldu. Ömer Özgeç’in “İşte Buluştuğumuz Yer” albümüydü bu kez teknem… Ömer Özgeç, yaratıcı ve uygulayıcı bir müzik sanatçısı: Yaratıcı, çünkü beste yapıyor; uygulayıcı, çünkü yaptığı besteleri seslendiriyor. Ama onu “Ömer Özgeç” yapan özelliği, anlamı sese, sesi de anlama yedirmesi. Ortaya çıkardığı ezginin bir yönü prozodik, öteki yönü imgesel değer taşıyor. Özgeç’in müziğinde ses imgeye, imge de sese dönüşüyor: Birini kaldırırsanız, ötekini de yok etme tehlikesi var.
Ömer Özgeç’i böyle bir müzik türüne götüren etken, hemen bestelerini, 35 yıldır, büyük ozanlarımızın şiirlerine uygulamış olması. O, bir şiir müzisyeni ya da bir müzik ozanı.
Bu serüvenini şöyle anlatıyor:
“Şimdi düşünüyorum da ‘Benim çocukluğum ve ilkgençliğim peri padişahının ülkesinde geçti.’ diyesim geliyor. Peri padişahının ülkesi, yani Sümerbank Gemlik Suniipek Fabrikası. Otuz haneli bir sayfiye köyü, diyelim. Ama, İstanbul’da gösterimde olan filmlerin gösterildiği (altyazılı olarak) sineması, güzel bir plajı ve kayıkhanesi, çok güzel bir gazinosu, açıkta oturulamayacak denli soğuk havalarda toplanmak için bir yuvarlak salonu, içinde masa tenisi de oynanabilen bir başka salonu olan bir köy…
Ve kapısından içeri girer girmez sizi etkileyecek olan ilk şey her yerin ağaçlık, çiçeklik ve yeşillik olmasıydı. Şunu da söylemeliyim, işletme ve idare binalarının, evlerin, sinema ve öbür salonların, gazinonun, misafirhanenin ve yolların kapladığı alan bütün yerleşme alanının onda biri bile değildi; yani onda dokuzu yeşillikti. Oturduğumuz evin bahçesinde vişne, kiraz, üç tür erik, incir, şeftali, elma ve armut ağaçları vardı. Ayrıca sebze de ekebiliyorduk bahçemize. Domateslerine doyum olmazdı.
O zaman okullar eğitime tam 4 ay ara verirlerdi. Biz bu 4 ayı büyük oranda denizde, plajda geçirirdik. Sık sık balığa çıkardık. Çarşıdan neredeyse hiç balık satın almazdık. O zamanlar, söylendiğine göre Marmara Denizi’nde 125 tür balık vardı. Şimdi iki elin parmaklarını zor geçer.
Gazinomuzda yazın akşamüzeri radyodan fasıl dinlerdik. Akşamsa plak çalınırdı: Nat King Cole, Frank Sinatra, Hary Bellafonte, Mario Lanza… Yuvarlak Salon’da kışın toplanılırdı. Orada da seçme plaklar dinlenir, haftasonları danslı toplantılar yapılırdı.
Bütün bunların etkisiyle, çocukluğumdan beri müzik en büyük ilgi alanımı oluşturdu. İlk çalgım mızıkadır, sonra gitar çalmaya başladım. Lise eğitiminden sonra müziği meslek edindim. Çeşitli gruplarla gitar çalıp şarkı söyledim. Ankara Çağdaş Sahne tiyatrosunda müzik sorumlusu olarak çalıştım. 1979’da 5 bölümlük ‘Hayatım Roman’ adlı dizi filmin müziğini yaptım. 50. sanat yılı dolayısıyla Rıfat Ilgaz’ın bir şiirini bestelemem istenmişti; ben de ‘Alişim’i seçtim, böylece şiir bestelemeye yöneldim.
Tek tek şiirlerin yanında Nâzım Hikmet’ten ‘Jokond ile Si-Ya-U’, Oktay Rifat’dan ‘Agamemnon’, Melih Cevdet Anday’ın ‘Değiştirmeler’ ve ‘Teknenin Ölümü’ gibi bütünler üzerinde de çalıştım. Bugüne dek 40’tan çok çağdaş şairin dizelerinden 350’ye yakın şarkı besteledim. Yunus Emre’den de 10 şarkım var.”
“İşte Buluştuğumuz Yer,” Özgeç’in üçüncü albümü. Yıllar önce “Sevgilerde” ve “Nerde Yatmalı” yayınlanmıştı. Bu albümde 20 şarkısı var. Şiirler Melih Cevdet Anday, Cevat Çapan, Nâzım Hikmet, Oktay Rifat, Orhan Veli’den. Albümü,
http://play.spotify.com/album/4B4toNpPh2pahSAacQCw27 adresinden dinlemek mümkün.