Bir mucize hayat...

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

İstanbul Kitap Fuarı Onur Yazarı seçildiğini öğrendiğimde, onu anlatacak kitabı hazırlamayı çok istedim... Bir okuru olarak yapıtlarından yıllardır tanıyordum... Kişisel tanışıklığımız ise herhalde yirmi senenin üzerindeydi. Ancak, rastlantılar dışında hiç görüşmemiş, hatta araşmamıştık... Yıllardır yaptığı onca söyleşide hemen hemen kendisinden hiç bahsetmediğini de biliyordum.

Onu anlatacak bir kitabın cazibesini nasıl da artırıyordu tüm bunlar...

Anlatmanın yoluysa her zamanki gibi çok iyi anlamaktan geçiyordu...

Her zaman başı dik duran, istememesine rağmen, yalnızca mecbur olduğu için bir şey yapmayan, daima özgürlüğü seçen, özgür kalan bir yazar, bir insan... İkisi de ne zordur... Ona çok saygı duyuyordum...

Edebiyattaki başarısının yanında, hayattaki sağlam, dengede, hiçbir yere tutunmadan duruşu da vardı... Rüzgâra da, yağmura da, güneşe de direnebiliyordu. Dudaklarının kenarında bir gülümseme, hiç fark etmemiş tavrıyla olup biten ne kadar çok şeyi algılıyordu. Bir kitap vasıtasıyla onun, bu akıllı kadının “mahrem” dünyasına girebilmek çok önemliydi. Çok sevdiğim, görüşlerine her zaman değer verdiğim, inandığım bir yazar dostum, sohbetlerimizden birinde bahsettiğim duruşunu kastederek “Ben, hiçbir zaman onun gibi olamadım” demişti özlem dolu bir sesle...

Söyleşimiz başlayınca onu daha da yakından tanıdım; mucizeyi andıran hayatını hayranlıkla dinlemeye başladım. Edebiyat dünyasında kırk yıla yakın bir süre var olmuş bu değerli tablonun altındaki diğer görüntüler ortaya çıkmaya başlamıştı ilk kez. Kitabın sonunda yer alan Pentimento'sunda anlattığı gibi, hayatının ipuçları, resmin altından gözüken “öteki” resimde yatıyordu. Ve onun cümleleri, sözcükleri altlarında bunun ipuçlarını taşıyorlardı... Beliren, bir ömür boyu şekillenen, gelişen o resimdi...

Kitap için çalışmaya sıcak yaz günlerinde başladık. Haftanın en az üç günü buluşuyorduk. O anlatıyor, ben teybe kaydediyordum. Söyleşimiz, onun sözcükleriyle akıp gidiyor, hızla, elimizde olmadan, planlamadığımız, -onun da vurguladığı gibi- bir otobiyografiye dönüşüyordu. Hiç büyümsenmeden, hiçbir şeyi laf olsun diye anlatmadan, köşelerinden ziyade özüyle, mütevazı, sıcacık, dürüst bir üslûpla...  Özel hayatını, ancak yazarlığıyla ilgili ipuçları taşıyacak kadar ortaya koyan salt edebi bir metin oluşuyordu... Biraz kalbiyle, biraz zekâsıyla ve önyargılarını geride bırakarak bu kitaba yaklaşan herkes, onun yaşamının pentimentosunu fark edecekti...

Bu arada, kitapta yer alacak diğer yazıları istedikçe, bu çalışmayı, konuştuğum herkesin aynı heyecanla, aynı sevgiyle desteklediğini hissediyordum. Hayatta olmayan usta edebiyatçıların yazıları dışında her şey ilk kez yazılıyor, anlatılıyordu. Bir sevgi hâlesi oluşmaya başlamıştı. Bu hâleye, zaman içinde gazeteniz DÜNYA'daki ekip arkadaşım Nermin Sayın, TÜYAP'tan Cemran Öder, sayfa tasarımlarını yapan Aret Bedikyan da katılacaktı...

Sevgiyle, isteyerek, coşkuyla çalışıyorduk...

Bu arada bir “çalışma” da, onun evinde sürüyordu: Dairesine doğalgaz kombisi takılacağından bir inşaat vardı... Her yer her yerdeydi... Ve bu durum, evde, “olmayan” fotoğraf arşivi için bir kazı çalışmasına yol açmıştı. İlk kez gün ışığına çıkacak olan resimler, belgeler geliyordu her buluşmamızda...

Evdeki hafriyat, bu satırların yazıldığı günlere kadar, neredeyse dört ay sürdü. Bu nedenle de evinin fotoğrafları yer alamadı bu kitapta. Ben de giremedim içeriye tâ ki kitabın son hâlini götürdüğüm güne kadar... Çalışma masasının bir köşesinin, bir iki koltuğun dışında inşaat sonrası görüntülerin hâkim olduğu salonu fotoğrafladım bile o gidişimde...

Bir şey bulmanın olanaksız olduğu o mekânda fotoğrafları, belgeleri nasıl keşfedip getirmişti? Ona verdiğim ve hızla bir köşeye kaldırdığını söylediği şeyleri nasıl olup da birkaç gün sonra yerini hatırlayarak getiriyordu... Tanık olunca, daha da şaşırdım...

Bir edebiyat yolcusunun notlarıydı kaydettiklerimiz...

Bitmeyen bir öğrenme serüveninin tanıklığı...

Usta bir yazarın renklerinden örneklerdi...

İçtendi, sıcacıktı...

Onun yapıtlarının tatlarını taşıyorlardı...

Aslında en güzelini, kitabı ilk okuyanlardan biri olan, düzelti aşamasında da büyük emeği geçen sevgili Nermin Sayın söylemişti: “Füruzan diye bir öykü”ydü bu... Ve artık, yarın başlayacak olan TÜYAP Kitap Fuarı'nda gün ışığına çıkıyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar