Bir merkez bankası aynı anda enflasyon, cari açık, krediler...

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

Bir merkez bankası aynı anda enflasyon, cari açık, krediler ve büyümeyi gözetebilir mi?

 

Bilindiği gibi Merkez Bankası 2010 yılının sonlarından itibaren politikalarında belirgin değişikliğe gitti. Bu süreçte, TCMB, küresel kriz sonrasında Dünyada pek çok merkez bankasının yaptığı gibi, fiyat istikrarı yanında finansal istikrarı da ikincil bir hedef olarak belirledi. Ancak, gelişmiş ülkelerde borsa, gayrimenkul ve emtialar gibi varlık gruplarının fiyatlarında meydana gelen hızlı ve aşırı yüksek artışlar finansal istikrarı bozabilecek gelişmeler olarak görülürken, MB Türkiye'de finansal istikrarı bozucu en önemli unsurun yüksek cari açık oranı olduğu tesbitini yaparak bu noktaya odaklandı.

Nitekim, MB Ekim 2010'dan itibaren döviz alımlarını hızlandırarak, TL'nin değerinde belirgin bir değer kaybı yarattı. Böylece fiyat kanalı yoluyla dış ticaret dengesinin düzeltilerek cari açığın azaltılması hedefleniyordu. Ancak, döviz alımlarının TL likiditesini artırmasının da etkisiyle, krediler ve dolayısıyla ekonomik aktivitede hızlanma meydana geldi. Bu noktada (Mart 2011) aktif bir politika aracı olarak zorunlu karşılıklar devreye sokularak karşılık oranlarındaki artışlarla kredi genişlemesi kontrol altına alınmaya çalışıldı. Ancak, bu politika çok da etkili olamadı ve 2011 yılında cari açık oranı %10 gibi çok yüksek bir seviyeye yükseldi.

TL'deki değer kaybı 2011'in son çeyreğinde yabancı fon akımlarında meydana gelen geçici duraklama ve geri çekiliş ile birlikte hız kazandı. Ancak, efektif faizlerin mecburen artırılması ve sonrasında yabancı fon akımlarının tekrar hız kazanması ile birlikte 2012 yılı boyunca TL'deki değer kaybı da yavaş yavaş telafi olmaya başladı. Her şeye rağmen, gene de, bugün itibarıyle TL kuru, Ekim 2010'a göre diğer gelişmekte olan ülke kurlarına kıyasla %14 daha az değerli. (Öte yandan, yaratılan bu kur avantajı 2012 yılı ihracatına istenilen düzeyde bir ivme sağlamadı. Bu durumda ihracat pazarlarının olağanüstü zayıf seyri ve ithal mallarının ihraç ürünleri içerisindeki yüksek payı etkili olmuş gözüküyor.)

Enflasyon gelişmelerini de dikkate aldığımızda, gelinen noktada MB'nin kur kanalıyla cari açığa daha fazla bir etki yapması zor gözüküyor. Öte yandan geçen ay olduğu gibi faiz koridorunun alt bantında indirim yapılarak sıcak para yatırımlarının cazibesini azaltmak suretiyle TL'nin değerlenme süreci yavaşlatılsa bile, böyle bir strateji ancak ve ancak iç koşulların elvermesi ile sürdürülebilir. Bugünlerde, ekonomik aktivitenin istenilen ölçüde ivmelenmemiş olması faiz indirimlerini destekliyor. Ancak ekonominin aşırı ısındığı dönemlerde, faiz indirimleri döviz girişlerini azaltsa bile, TL kredilerin artmasına sebep olacaktır.  Kredi büyümesinin salt zorunlu karşılıklarla kontrol altına alınması ise (çok yüksek oranda artırılmadığı sürece) oldukça zor. (Aksine, banka kârlılıklarını azalttığı için, aslında zorunlu karşılıklar bankaların daha çok kredi vermesini de teşvik etmiş oluyor.) O zaman da geriye bugünlerde çok konuşulan "piyasa-dışı yöntemlerle" kredi artış oranının belirli bir seviyede sabitlenmesi seçeneği kalıyor. Ancak, kredi artışının uygulanan politikaların bir sonucu olması gerektiğini ve hedef olarak alınmasının yanlış olduğunu düşündüğümü belirtmeliyim. Kaldı ki, %15 olarak ortaya konan hedef oldukça afaki, ve hatta büyüme hedefiyle de tutarlı değil. (Bu konuda 2 hafta önce MB'nin yayınladığı "Ekonomi Notu" da yeterince ikna edici değil.) Ayrıca, böyle bir hedefin serbest piyasa teamülleri içinde, banka bazında uygulanması da neredeyse imkansız.

Finansal istikrarla ilişkilendirilse dahi, cari açığın azaltılması bir merkez bankasının asli vazifesi olmamalı. Merkez bankalarının cari açığı kontrol altına almak ve azaltmak için yapabilecekleri oldukça kısıtlı ve "geçici" olmak durumundadır. Türkiye gibi kronik cari açık problemi olan bir ekonomide bu sorunun nihai çözümü parasal değil, yapısal tedbirlerle mümkündür ve sorumluluğu da Hükümete aittir. Eğer MB bunu bir görev olarak üstlenirse, hem asli görevi olan fiyat istikrarını sağlamada problem yaşayacaktır, hem de bugünlerde olduğu gibi bizzat Hükümet kanadından gelen eleştirilere maruz kalacaktır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019