Bir KOBİ'nin bürokrasi hikâyesi

Tamer MÜFTÜOĞLU
Tamer MÜFTÜOĞLU KOBİ'LERDEN GİRİŞİMCİLİĞE

Geçen haftaki yazımızda oldukça yararlı bulduğumuz bir çalışmadan söz etmiştik. Özel Eğitim Kurumları Federasyonu Başkanı Halil Çil’in “Oku” adlı kitabı. Çalışmayı,  “[email protected]" adlı web adresinden temin etmek mümkün. Yazar işletmecilik deneyimlerinden herkesin yararlanması konusunda hazır olduğunu gönderdiği e-mail’de açıkça belirtiyor. Ayrıca bir de dilekte bulunuyor: “Benim güzel eğitimcim, biliyorum vaktiniz az. Sizden rica etsem ülkeniz için ve eğitim kurumunuz için bu kitabın ilk 10 sayfasını okur musunuz?”

Ben ekleriyle birlikte 81 sayfalık kitabın tamamını okudum ve çok yararlandım. Aşağıda yazarın kendisinin bizzat yaşadığı iki bürokrasi hikâyesini sunmak istiyorum. Hikâyeler, yazarın 24 yıldır çalıştığı özel eğitim sektöründe yaşanıyor. Yazar izin verdiği için hikâyeleri aşağıda yazarın kitabından aynen aktarıyorum. Birinci hikâye şöyle:

“Bu mesleğin biraz görmüş biraz da geçirmişlerinden sayılırım. Tam 24 yıldır, 20 yaşından beri özel eğitim sektörü içindeyim…Özel öğretim sektörünün bir üyesi olarak, her gün çıkan genelge, kanun ve yönetmeliklerle uyum sağlamaya çalışmakla geçti ömrüm. Zannediyorum ülkemde, hem sürücü kursu, hem dershane, hem İngilizce dil okulları, hem anaokulu işleten hem de özel okul sahibi, yani devletin özel eğitim sektörünün neredeyse her kuruluşunda çalışmış benim gibi fazla insan yoktur.

Eskişehir’in Sivrihisar ilçesinde bir sürücü kursu açmıştım. Açıldıktan bir sene sonra denetim için iki müfettiş geldi. O tarihteki sürücü kurları yönetmeliği, sosyal tesislerde çay ocağı alanının 20 metrekare olmasını emrediyordu. Sürücü kursları, bildiğiniz üzere, yönetmeliklerle düzenlenmiş garip bir pist alanına sahiptir. O tarihte 10 dönüm, öğrencilerin pratik yapabileceği, her sürücü kursuna ait ayrı bir direksiyon eğitim alanı isteniyordu. İşte sayın müfettişlerimiz bu alanın içinde bulunan sosyal tesisin standartlar yönergesine uygunluğunu kontrol için gelmişlerdi. Sosyal tesisi incelediler. Çay ocağı kısmının 18 metrekare olduğunu ölçtüler… Sürücü kursunu kapatacaklarını söylediler. Çaresizce, tek uygun cephe olan güney duvarını 1,8 metre yüksekliğinde kırdım. Binaya 2 metrekarelik kaçak bir ek yaptım. Sorunu böylece aştım. Ancak mahalle halkı bu yaptığım eki minber zannetti. Zannediyorum bugün hâla kapıları açık bu tesis, zemini halı kaplı olarak mahalle halkına mescit olarak hizmet vermektedir.”

Yazarın bürokrasiyle ilgili ikinci hikâyesini biz çok daha ilginç bulduk. Hikâyeyi yine kitaptan olduğu gibi aşağıda aktarıyoruz:

“Bir gün, bir akşam vakti, bulunduğum ilin Milli Eğitim Müdürü (hâlâ Bakanlıkta görev yapmaktadır) beni aradı. 'Halil Bey, dershanenizi kapatmak zorundayız' dedi. O sıralar bin 700 öğrencisi olan büyük bir dershane işletiyordum. Milli Eğitimi Müdürü'nün şaka yaptığını zannettim. 'Sayın Müdürüm, Sen emret, ben hemen kapatırım' dedim. Müdür ciddi olduğunu, dershanemin kapatılacağının Tebliğler Dergisi'nde yayımlandığını, dershane ile ilgili defterlerin Milli Eğitim Müdürlüğü'ne getirilmesi gerektiğini ve artık dershanede eğitim öğretim faaliyeti yapılamayacağını söyledi.

Hakkımda o zamana kadar herhangi bir denetim olmamıştı. Son 4-5 ay içinde müfettiş bile görmemiştik. Her şey anlamsız bir şaka gibiydi. Koşa koşa Milli Eğitim Müdürlüğü'ne gittim. Müdür Tebliğler Dergisi'ni gösterdi. Gerçekten dershanem kapatılmıştı. Müdürlüğün, Tebliğler Dergisi'nde yayınlanan kapatma kararına uyması mecburiydi. Aklıma geldi. Müdüre sordum: 'Teftiş Kurulu’nun hakkımda verdiği bir kapatma kararı var mı?' Her yere baktılar, böyle bir karar bulamadılar. Sabah erkenden Ankara’ya gittim. Günlerden cuma idi. Özel Öğretim Genel Müdürlüğü'nde herkes aynı şeyi söyledi. Tebliğler Dergisi'nde yayınlandıysa yapılacak hiçbir şey yoktu.   

Ama bu bir çılgınlıktı. Dershanem kapatılmış, karar Tebliğler Dergisi'nde yayınlanmıştı ve kimse sebebini bilmiyordu.

O hafta sonu dershanemi kapattılar. Ben eğitim veremedim. Bin 700 öğrencim cumartesi ve pazar günleri kapıdan çevrildi. Rezil olmuştum. Pazartesi günü tekrar Ankara’ya gittim. Özel Eğitim Genel Müdürlüğü(nden bir daire başkanı, sağolsun, bana çok yardımcı oldu. Olayın aslını öğrendik. Meğer ben dershanemi şahıs işletmesinden şirkete çevirirken Özel Eğitim Genel Müdürlüğü'ndeki bir şef olayı yanlış anlamış. Şahıs işletmesinden şirkete dönüşen kurucu değişikliğini dershanenin kapanışı olarak algılamış, herkes de imzalamış, Tebliğler Dergisi'nde yayınlanmış.

Bu hatayı ancak Milli Eğitim Bakanı düzeltebilirdi. Tam 3 gün Sayın Bakanı bekledim. Milli Eğitim Bakanı'yla 5 dakika görüşmenin ne kadar zor olduğunu biliyor musunuz?

Bu sırada bulunduğum ilde dershanemin kapatıldığını herkes duydu. Rakibim olan diğer dershaneler ben kapatıldığım için dershanemden gelen öğrencilere özel indirim yaptılar.

Sayın Bakana durumun aciliyetini ve sehven yapılan bir Bakanlık hatasıyla kapandığımı anlattım. Çok üzüldü, olaya hemen müdahale etti. Ama ne yazık ki elden bir yazı vermediler. Hatanın düzeltilip yazıların İl Milli Eğitim Müdürlüğü'ne ulaşıp dershanemin açılması Bakanımla görüştükten 11 gün sonra gerçekleşti. Yani 3 hafta sonu dershanede eğitim veremedim. Eğitime tekrar başladığımda ise sadece 830 öğrencimiz vardı. Bine yakın öğrencimizi kaybetmiştik.”

Yazar Halil Çil hikâyesini aşağıdaki sözlerle bitiriyor: “İşte budur yaşamak. Çok keyiflidir benim ülkem.”
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Bir deneme 09 Kasım 2018
Geleceğin tarihini yazmak 01 Aralık 2017
Bayramlaşma köprüsü 23 Haziran 2017