Bir kez daha not meselesi
Akşam koltuğa yıkılmış televizyona bakıyorum. Genç bir bakan konuşuyor. Sanıyorum söyleşi türü bir konuşma yapılıyor. Konu son günlerin en popüler konusu. Moody’s isimli kredi derecelendirme kuruluşunun Türkiye’nin kredi notunu “yatırım yapılabilir” düzeyin altına indirmesi konuşuluyor. Genç bakan bu konuya ilişkin görüşlerini açıklıyor. Yani not meselesi konuşuluyor. Televizyon görevlisi sayın Bakanın tepkisini soruyor. Bakan, mealen, “not vız gelir tırıs gider” gibi bir yanıt veriyor. Duyduğuma inanmıyorum. Sayın Bakan ısrarla görüşünü savunuyor. Notun düşürülmesi ile “hiiiç ilgilenmeyiz” gibi bir şeyler daha söylüyor.
Ertesi sabah evden çıkmadan, her sabah yaptığım gibi, son durumu almak amacıyla yine televizyonda geziniyorum. Bu kez bir Başbakan Yardımcısı konuşuyor. Konu yine kredi notu meselesi. Başbakan Yardımcısı, mealen, not indirimini çok önemsiyoruz, en kısa zamanda yeniden yükselmesi için ne gerekiyorsa yapacağız gibi bir şeyler söylüyor. Sonraki sözlerinde de bu konuyu neden önemsediklerini, notu tekrar yükseltmek için neler yapılması gerektiğini belli bir ayrıntıyla açıklıyor. Şaşırıyorum. Haksız da sayılmam. Akşam genç bakandan duyduklarımla ertesi sabah bu konularda önemli deneyimi ve birikimi olan Başbakan yardımcısının söyledikleri arasındaki mutlak karşıtlık şaşırtıyor beni. Adeta birisinin ak dediğine öteki kara diyor,
Konunun siyaset pratiği ile ilgili yönü beni fazla ilgilendirmiyor. İktidar partisinin sorunu bu. Ama iki sorumlu kişiden hangisinin doğruya, gerçeğe daha yakın durduğunu anlamak önemli. Bunun öyle pat diye içinden çıkılacak bir durum olmadığının da farkındayım. Zaten not indiriminin hemen arkasından başlayan tartışmalarda her iki tarafa da yakın görüşlerin ortaya atılmış olması da bu konuda kafaların karışık olduğunu gösteriyor.
Not indiriminin hiçbir etkisi olmaz, dolayısıyla bu konu bizi ilgilendirmez diyenler görüşlerini daha çok kısa dönemde, olayın cereyan ettiği günlerde ekonomide ortaya çıkan eğilimlerle kanıtlamaya çalışıyorlar. Gerçekten de kredi notumuzu düşürüldükten sonra Türk mali piyasalarında, ilk andaki zayıf tepkinin dışında, olumsuz bir tepki olmadı. Öyle ayılıp bayılmadık, yıkılıp gitmedik anlayacağınız. Bize bir şey olmaz diyenler bu görünümü kanıt olarak ortaya koyup, kredi notunun düşürülmesinin önemi yoktur demeye getiriyorlar. Genç bakan bunlardan birisi. Kendi adıma işin iki yönüne bakılması gerektiğini düşünüyorum. Birisi piyasalardaki tepkisizliğin altında yatan neden. İkincisi de kredi notlamalarının referans olarak aldığı zaman boyutu.
Kredi notunun düşürülmesi karşısında bizde önemli bir tepkinin ortaya çıkmamasının da iki nedeni olduğu kanısındayım. Moody’s in kredi notunun düşürülmesinde yeterince inandırıcı, ikna edici olmaması bu nedenlerden birisi. Gerçekten de ne notun düşürüldüğü günkü mali piyasa koşulları ne de bu zaman noktasında ekonominin içinde bulunduğu durum Türkiye’nin notunun düşürülmesini doğrulayacak nitelikte değil. Küresel piyasalarda risk algısının düşük risk iştahının yüksek olması nedeniyle bu günlerde gelişmekte olan ülkelerin mali varlıklarına olan talep yüksek. Biz de bu durumdayız. Mali varlıklarımıza uluslararası piyasalarda talebin yüksek olması kredi notumuzun düşürülmesinin adeta üstünü örtmüş gibi bir rol oynadı diye düşünüyorum. Gelişmiş ülkelerde faizin sıfır ya da negatif olması da bu perdeleme etkisini pekiştirdi. Kredi notunun düşürülmesinin ilk etkisinin sınırlı kalmasının bir nedeni bu.
İkinci neden kredi derecelendirmelerinin ekonominin kısa dönem koşullarından çok orta uzun vadedeki olasılıklar üzerine inşa ediliyor olması. Bu durumda da o günkü piyasa koşullarından çok ekonominin geleceğini etkileyeceği düşünülen zafiyetlerinden hareketle notlama yapılıyor. Moody’s in notu açıklarken paylaştığı değerlendirme notunda da Türkiye ekonomisinin yapısal ve kurumsal zafiyetleri nedeniyle not indirimi yapıldığının altı çiziliyor. Bunun doğru ya da yanlış olduğu tartışılabilir. Ama orta uzun vadeli kredi sözleşmeleri için işin esas bu yönünün önemli olduğunu gözden uzak tutmamak doğru olur. Uluslararası piyasalarda fon arz edenlere kredi riskine ilişkin bilgi vermekle yükümlü kurumların kısa dönemdeki piyasa hareketlerinden çok orta-uzun vadede ekonominin karşılaşacağı sorunlarla ilgili bilgi vermelerinde yanlış bir şey yok. Kredi notunun özellikle de yatırım yapılabilir düzeyin altına indirilmesi “vız gelir tırıs gider” tavrıyla karşılanmayacak kadar ciddi bir olaydır. Bu günün rehaveti bunu gizleyebilir ama bir süre sonra bu tür tepkiler pişmanlık yaratır. Genç bir bakanla deneyimli ve donanımlı bir başbakan yardımcısının ters düşmelerini bu perspektifte değerlendirmek doğru olur.