Bir kayıp yıl daha!
2015 yılı iç ve dış konjonktürde meydana gelen sert çalkantılar dikkate alındığında, belki de beklenenden daha iyi geçti bile denilebilir. Ancak bu aslında biraz da züğürt tesellisi oluyor çünkü aslında 2015 performansı Türkiye’yi değil ileri götürecek, bulunduğu yerde bile kalmasını sağlayabilecek bir performans değil. Bu sene büyüme bir kez daha yüzde 3’ler seviyesinde gerçekleşmiş olacak. (Cumhuriyet tarihinde 4 sene arka arkaya yüzde 4 ve altında büyüme sadece 1977-1980 dönemi arasında gerçekleşmişti.) Denilebilir ki, “zaten dünya genelinde büyüme oranlarında bir düşüş var, o nedenle bizim oranımız o kadar da kötü değil”. Burada 2 noktaya dikkat çekeyim. Birincisi bizim büyüme hızımız kişi başına büyüme oranı değil. Hâlâ, özellikle gelişmiş ülkelere göre, oldukça hızlı sayılabilecek bir nüfus artış hızımız (yıllık yüzde 1.4 civarında) söz konusu. İkincisi ise Suriyeli mültecilerin ekonomiye az da olsa mutlaka bir ivme sağlamalarına rağmen nüfus rakamlarına dahil edilmemiş olduğu gerçeği. Buna rağmen, sonuçta kişi başına büyümede bu sene 28 AB üyesinin 14’ünden gerideyiz!
Enflasyon oranını düşürmedeki başarısızlığımızı ise artık neredeyse kanıksamış hale geldik. İki haneli enfl asyondan kurtulduğumuz 2003 yılından beri ortalama enfl asyon oranı yüzde 8.2 oldu. Bu sene ise bu oran yüzde 8.7 ile son 11 yıl ortalamasının da üstünde gerçekleşecek. Üstelik bu sene (Rusya ve Brezilya dışında) neredeyse tüm gelişmekte olan ülkelerde enfl asyon oranlarının belirgin bir şekilde düşmüş olmasına rağmen. Evet, bu sene TL’nin değer kaybının enfl asyon üzerinde bir miktar menfi etkisi oldu. Ancak burada da 2 noktayı hatırlamakta fayda var: Bu sene bizimle birlikte pek çok diğer gelişmekte olan ülke parası da hatırı sayılır şekilde değer kaybetti. Neden onlarda bizim kadar yüksek bir enflasyon yok? İkinci nokta ise, aslında kur sepeti baz alındığında, bu senenin ortalama devalüasyon oranı yüzde 12.6 ile geçen senenin yüzde 15.4 olan oranın gerisinde. Buna (ve bu sene özellikle enerji fiyatlarında görülen keskin düşüşe) rağmen enfl asyon oranı geçen senenin üzerinde gerçekleşecek.
Reel sektöre baktığımızda, burada yatırım zaafiyetinin devam ettiğini görüyoruz. Zaten, seçimlerin, terörizmin, jeo-politik gelişmelerin ve son olarak da Rusya krizinin damga vurduğu ve güven endekslerinin dip yaptığı bir senede yatırımlarda reel artış görmek bir mucize olurdu.
İşgücü verilerine mevsim etkilerinden arındırılmış şekilde baktığımızda ise, Nisan ayına kadar işsizlik oranında bir miktar azalma, sonrasında ise yeniden bir artış göze çarpmakta. 3. Çeyrekte büyüme oranı (sürpriz bir şekilde) yüksek gelmesine rağmen, bu çeyrekte işsizlik oranında bir toparlanma göze çarpmıyor. Tarım-dışı işsizlik yüzde 12.4 ile halen oldukça yüksek bir seviyede.
Finans sektörü de zor bir yılı geride bıraktı. Bu sene döviz kurlarındaki artışla birlikte bankaların sermaye yeterlilik oranlarındaki gerileme eylül ayına kadar devam etti. Son 2 ayda ise kurların bir miktar stabilite kazanmasıyla SYR’lerde bir toparlanma göze çarpıyor. Her ne kadar henüz takipteki alacaklara yansıyan fazla bir gelişme yoksa da, özellikle dövizde açık pozisyonu olan şirketlerin kredi risklerinin artmış olduğu bir gerçek. Sektördeki bir başka dikkat çekici gelişme ise, 2014 yılı ekim ayından itibaren kamu bankalarının kredilerinde görülen ivmelenme. Öyle ki, son 14 ayda özel bankaların TL kredileri sadece yüzde 16.8 artarken, kamu bankalarının kredileri yüzde 28.5 oranında artmış vaziyette.
Bu sene 2 konuda ise nisbeten iyi bir performanstan söz edilebilir. Birincisi, petrol ve enerji fiyatlarındaki keskin düşüşe paralel cari açığımızda meydana gelen daralma. Sene başında 46.5 milyar dolar olan 12 aylık cari açığımız ekim ayı sonu itibariyle 38 milyar dolara gerilemiş vaziyette. Sene sonunda ise açık 34 milyar doların altına gerilemiş olacak. Bu da açığın milli gelire oranının geçen seneki yüzde 5.8’den yüzde 4.7’ye düşmüş olması anlamına geliyor. Bu kriz senesi olan 2009’u saymazsak, 2005’ten beri görülen en düşük oran. (Ki, bu sene oranın paydası olan dolar bazında hesaplanan milli gelirin 720 milyar dolar seviyesine düşecek olmasına rağmen.)
Diğer pozitif nokta ise, kamu disiplininin korunmuş olması. Bu sene bütçe açığının sene başı hedefi olan 21 milyar TL’ye yakın bir yerde ve milli gelirin yüzde 1.1’i civarında gerçekleşmesi mümkün gözüküyor.
Sonuç olarak, risklerle dolu bir seneyi bir krize girmeden atlatmış bulunuyoruz. Ancak, bu durum bu senenin kayıp bir sene olmadığı anlamına gelmiyor.