Bir inatlaşmanın düşündürdükleri
Merkez Bankası Para Kurulu toplantısı sonrasında zorunlu karşılık oranlarında yapılan ayarlama bankalarımızı hem şaşırttı, hem de sarstı. Kısa ve orta vadede yaşanacakları öngörebilmek için her iki kesim arasında tırmanış eğiliminde olan gerginliği mercek altına alıp doğru anlamak özel bir önem taşır hale geldi. Geçen yılın son çeyrek dönemi başında, Merkez Bankası'nın politika değişikliği anlamına gelebilecek kararları ile başlayan bu süreçte bankacıların neden bildiğini okumaya devam ettiğini ve inatlaşmayı tercih ettiğini anlamak kolay olmuyor. Zira yaklaşık altı ay önce ilk şaşkınlık sonrasında, kredi arzındaki genişlemeden rahatsız olunduğu, hem ekonomi yönetimine, hem de mali sektör temsilcilerine çok açık bir şekilde anlatılmıştı. Herkes anladı; fakat bankacılar anlamış gibi yapmak dışında strateji değişikliği yapmadı, bu tavırda ısrar etmenin yaratacağı riskleri ve olumsuz sürprizleri hiç düşünmedi.
Bankalarımızın genel politikalarında bir sıkıntı var ve hep aşırılıkları zorluyorlar ya 2008 yılı son çeyrek döneminde olduğu gibi panikliyor kredileri geri çekmeye kalkıyorlar ya da hiçbir uyarı ve tehlikeyi dikkate almadan bildiklerini okuyorlar. Bazen sivrisineğin sesinden rahatsız oluyorlar, bazen davul sesini bile duymuyorlar. Bu normal bir durum olarak kabul etmek pek mümkün görünmüyor. 2001 yılını karartan krizin sebebi de cari açıktı ve sebebi kontrolsüz bir şekilde büyüyen kredilerdi. Göründükleri gibi olmayışın yarattığı içgüdüsel körlük büyük bir istikrarsızlığa neden olmuş, ülkenin geleceğini değiştirmişti. Normalde o dönemi yaşamış bankacıların benzer hataları tekrarlamamak adına çok dikkatli olmaları beklenir, ama öyle olamıyor.
Geçen yılın son çeyrek dönemi başında politika değişikliği adına Merkez Bankası harekete geçtiğinde her kesimden tepkiler gelmişti; BDDK ve kamu bankaları eleştiride ön plana çıkmıştı. Herkese anlatıldı, kredi genişlemesi cari açığı büyütüyordu ve dış finansman kalitesi kötüleşmeye, kırılganlık artmaya başlamıştı; paranın aşırı değerli oluşu ve işsizlikte artış potansiyeli gibi tehlikeler de ciddi boyutlara ulaşmıştı. Tedbir almamanın bedeli ağır olabilirdi; 2006 yılındaki dalgalanma veya küresel krizdeki gibi bir şekilde olumsuzluğun atlatılacağını düşünerek işi şansa bırakmak tutarlı olmazdı. Ayrıca küresel düzeyde parasal genişlemenin devam etmesi de tehlikeyi büyütmeye devam ediyordu. O dönemde alınan kararların arkasındaki bu gerekçelere kimse itiraz etmedi. Kamu bankaları ve ekonomi yönetimi yeni yaklaşımı destekledi. Bankacılık sektöründe ise söylem ve eylem farklılaştı; bir yandan haklısınız dediler ama diğer yandan yanlışsınız der gibi eski tavırlarına devam ettiler. Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da yaşanan siyasi gelişmelerin Japonya'da yaşanan felaketlerin tehlikeyi hayati seviyelere çıkardığını görmediler; görüp önlem almaya çalışanları eleştirmek dışında bir şey yapmadılar.
Elbette mevcut tavırda bankacıların da haklı olduğu yönler olabilir. Kredi hacmindeki artış hızının kısalması sorunlu kredilerde oransal artışa, menkul ve gayrimenkul şeklindeki varlık değerlerinin erimesine, bilançoların yıpranmasına ve her alanda bunlara bağlı ikincil etkilere sebep olabilir. Tabi enflasyon ve faiz başta olmak üzere beklentilerdeki bozulmayı da dikkate almak gerekiyor. Eğer her şey göründüğü gibi ise bu yan tesir dışındaki maliyetlere katlanılabilir; fakat öyle değilse sonuç çok daha farklı olabilir. Eğer hiçbir şey göründüğü gibi değil ise bankacılar günü kurtarmak adına inatlaşmakta, ekonomi yönetimini kendilerini desteklemeye ikna etmekte haklı olabilirler!.. Biraz daha açalım, eğer makro ekonomik göstergeler uzunca bir süredir gerçeği yansıtmıyor, fakat her konuda bu sanal görüntüye göre tercihler yapılmış ise herhangi bir politika değişikliğine evdeki hesabın çarşıya uyması mümkün olmaz. Örneğin ekonominin son 10 yılda yüzde 40 aşan oranda büyümüş olmasına rağmen büyük çoğunluğun satın alma gücü yüzde 40'ı aşan oranda erimiş ise hiçbir şey göründüğü gibi olamaz... Böyle bir ihtimalde ve orta vadede hangi tarafın daha hıklı olduğunun da herhangi bir önemi olmaz!..
Şahsen bankacıların rasyonel davranmadıklarını düşünmüyorum ve sergiledikleri inatlaşmanın makul sebepleri olduğunu tahmin edebiliyorum! Ekonomi yönetimi ve Merkez Bankası ile inatlaşmanın da onlara boyun eğip yeni yaklaşımı desteklemenin de bir maliyeti var. Altı ay boyunca kendilerince daha makul olan lehine direnmiş karşı tarafı ikna etmeye çalışmış olabilirler. Merkez Bankası'nın son aldığı kararlar ise bu aşamada özel bir önem taşıyor, yeni yaklaşımda ısrar ediliyor ve mali sektör buna uyum sağlamaya zorlanıyor. Eğer kredi hacmindeki artış bugüne kadar olageldiği gibi yüksek hızdaki seyrine devam eder ise çok daha sert önlemler, daha büyük sürprizler gündeme gelebilir.
Bankacılık sektöründe yeniden yapılanma sonrasında hep gaza basıldı, şimdi fren yaparak yavaşlaması isteniyor. Yeni yapının freni var mı diye kimse sormuyor?.