Bir hazin tablo bu...

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

“Uşak Müzesi'nden Karun Hazinesi Kanatlı Denizatı Broşu'nun çalınmasının ardından Kültür ve Turizm eski Bakanı Atilla Koç'un 98 müzede başlattığı ve yaklaşık 2.5 yıl süren denetimlerden hazin bir tablo ortaya çıktı. Yaklaşık 2.5 yıl süren envanter denetimleri beş-altı müze hariç tamamlandı ve düzenlenen teftiş raporlarında, 371'i arkeolojik, 714'ü sikke, 100 kadar etnografik eserin bulunamadığı kaydedildi. 242 arkeolojik ve 950 sikkenin de sahte veya taklit olduğu belirlendi. Bu eserlerin yanı sıra müzelik özelliği olmayan toplam 22 bin kadar eser ise müze envanterinden düşüldü."

Daha iki hafta önce, “Kayıp Eserler Müzesi" isimli kitaptan (Simon Houpt, Yapı Kredi Yayınları) yola çıkarak bir yazı yazmıştım ki dün, Hürriyet Gazetesi'nde yukarıdaki haber yayınlandı. Dünyanın neresine gidersem gideyim, bulunduğum yerde müze varsa, muhakkak ziyaret etmeye çalışırım. Ufacık bir mekândaki özel bir müze bile beni bir mıknatıs gibi çeker... Tabii ülkemizde de durum farklı değildir benim ziyaretlerim açısından... Ama, buradaki müzelere doğru yola çıkmadan önce birtakım çalışmalar yapmak zorunda kalırım:

Gittiğim kentteki müze açık mıdır, yoksa yıllardır tadilatta mıdır?!

Eğer müze açıksa, bu kâğıt üzerinde midir, yoksa bir görevli var mıdır bize kapısını açacak, ışıklarını yakacak...

Görevli, müzeye giderek ona eziyet çıkardığım için, bana zorluk gösterecek bir yapıda mıdır? Öyleyse mülki makamdan birisinin onu arayıp bize “gereken ilgi"yi göstermesini istemesi mi gerekmektedir!

İşte bu ve benzeri araştırmalarımın sonucunda, ülkemizdeki o müzeye gitmeyi gözüm keserse yola düşerim...

98 müzenin büyük çoğunluğunda bu sıkıntıları yaşamışımdır.

Kadrosuzluk, ödeneksizlik gibi nedenlerle bırakın gezmeyi, içerdeki eserlerin sağlıklı bir biçimde korunmasının bile mümkün olmadığını görünce gözlerim dolar, içim acıyarak ayrılırım o müzeden.

Yüzlerce, binlerce yıldır doğanın koruduğu yapıtlar, kurtarılıp müzelere konulunca oralarda, sergilenecek alanlar yeterli olmadığı için de genellikle kötü şartlardaki depolarda kısa sürede heder olur gider...

Bir kısmı da çalınır...

İşte yukarıdaki rakamlar ortada...

Ben, bu rakamların da sağlıklı olduğuna inanmıyorum...

Belki çalınan eser sayısı çok daha yüksek değildir, ama kötü koşullardan yok olan yapıtlar herhade yukarıda geçen rakamlardan çok, ama çok fazladır...

Doğanın koruduklarını, kendi hallerine terk ederek doğaya yenik düşürmek gibi bir paradoks var mıdır?

Bizde vardır...

Müzelere yatırım yapmaya gerek duyulmamıştır yıllarca... Oraya verilecek paraların boşa gideceği düşünülmüştür herhalde! Hemen her yıl sökülüp yapılan kaldırımlara ödenen rakamlar müzelere gitse...

Dünyanın en zengin kentlerinden New York'taki kaldırımlar nedense hiç değişmez! Onlarca yıldır aynı durur, hatta epeyce de eskir de bizim kaldırımlar neden her yıl yenilenir acaba?!

Yani mesele ödeneksizlik değildir, tercihtir.

Okul öncesinde ebeveynleri, ilköğretimde hocaları tarafından müzelere götürülmeyen öğrenciler, büyüdüklerinde elbette o günün sorumluları olmayacaklardır...

Kültür, sanata yönelik tercihlerin ıskalandığı ülkemizde, müzelere ayrılan ödenekler artırılsa bile, o bilinç geliştirilmedikçe yetersiz kalacak; “sevilmeyen" dünya şaheserleri birer birer yok olup gidecektir...

Topkapı Sarayı'nın içindeki müzeyi ayırmayarak bütçeyi büyük bir gelirden yoksun bırakan düşünce; dünyada eşi menendi bulunmayan eserleri barındıran Arkeoloji Müzesi'ni, sarayın hemen yanındaki o muhteşem binayı ve içindekileri de ıskalayacaktır doğal olarak. Topkapı Sarayı'na gelen milyonlarca ziyaretçi, yüz metre aşağısındaki Arkeoloji Müzesi'ne yönlendirilemeyecektir. Çünkü, kimsenin böyle bir meselesi yoktur...

Bu konuda yazılacak çok şey var; ben umudumu kesmeyeceğim ve kültür için yapılacak güzel şeylerin olacağı günleri hep bekleyeceğim. Ne demişti Monte Kristo Kontu: “Beklemek ve ummak."

Ah, bir de ölüm olmasa!..

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar