Bir genç yönetmen aranıyor!

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

Neden bizim tarihi kahramanlarımızı konu alan filmler yeterince çekilmiyor, kitaplar yazılmıyor?! Niçin biz başka ülkelerin kahramanlarının hayat hikâyelerini seyrettiğimiz filmler, diziler, izlediğimiz çizgi filmler, okuduğumuz kitaplar sayesinde ailemizden birileriymişçesine çok iyi biliyoruz?! Anlat deseler, ballandıra ballandıra neler neler anlatıyoruz onlar hakkında…

Yıllardır düşündüğüm, kimi zaman yazılarımda yanıtlarını aradığım bu soruları aklıma yeniden gazeteniz DÜNYA’nın başyazarı Osman S. Aralot’ın şu cümlesi düşürdü:

“Film hikâyesi niteliğindeki bu broşürdeki bilgilerden yararlanarak belki de ‘Çölde şehit olan Mülâzım Hâlet’ filmini çekmek isteyen bir genç sinemacı harekete geçebilir…’

Eminim ki zaman bulsa daima “genç” Arolat böyle bir film için harekete geçmekte bir ân bile tereddüt etmeyecektir; tıpkı başlattığı veya içinde yer aldığı birçok kültürel girişim gibi…

Mülâzım Halet, onun dayısı… Arolat doğmadan 36 yıl önce Sina Çölü’nde şehit düşmüş.

Hâlet Bey’in kahramanlık öyküsü birçok çarpışma yönetmiş Alman General Von Kress’i de etkilemiş ve üzüntüsünü şu satırlarla dile getirmiş:

“… bir resim gibi güzel, çocuk denecek kadar genç, enerjik, cesur ve atılgan olan, istikbal için çok şey vaat eden…”

Bu sene, Hâlet Bey’in aramızdan ayrılışının 100. yılı. Onun anısına 24 sayfalık bir kitapçık hazırlanmış Osman S. Arolat editörlüğünde. 1916 yılında yayımlanmış gazetelerden, dergilerden O’nunla ilgili yazılmış eserlerden ve ailesinin elindeki belgelerden, hakkında anlattıklarından yola çıkılarak oluşturulan kitapçıkta Hasan İzzet Altınanıt, Ahmed Güner Sayar ve Arolat’ın yazıları ile fotoğraflar bulunuyor.

Şehit Mülâzım Hâlet Bey’in serüveni Halep’te başlıyor. Daha sonra Galatasaray Lisesi’nde görüyoruz onu. Ancak, Balkan Savaşı günleridir, vatan için bir şeyler yapabilme endişesi ağır basıyor ve bir grup Galatasaraylı ile birlikte cepheye koşuyor, Trakya’da görev alıyorlar.

Savaş sonrası Teşkilât-ı Mahsusa üyesi olarak Fransa’daki Saint Cry Subay Okulu’na ihtisas yapmaya gönderiliyor. 

Dönüşünde Birinci Dünya Savaşı başlamıştır, Kafkas cephesindeki Hâlet Bey’e Rus subaylarını kurşuna dizme veriliyor. Hâlet Bey, Divân-ı Harp kararı olmadığı için bu emre karşı çıkınca, karargâhtan cepheye sürülüyor; burada karşısına çıkan bu kez tifüs oluyor!

Hastalığı yenen kahramanımız, Sina Çölü’nde II. Hecin Süvari Bölüğü komutanlığına getiriliyor. Bölüğünü ve hecin develerini çok sevdiği, bindiği devenin dişlerini kendi eliyle fırçaladığı söyleniyor. Ve bir bedevi reisinin kızı olan Hüseyyine, Hâlet’a âşık oluyor. Artık, kabilesini de sürükleyerek onun peşinde dolaşıp durmaktadır.

Çöldeki Hâlet Bey’in biribirinden güzel sinematografik görüntülerle çekilecek serüvenleri düşürülen Fransız uçağının pilotundan denizde rastlanılan gizli belgelerle dolu şişeye kadar çok renkli ve çeşitli. 

23 Nisan 1916 tarihi geldiğinde İkinci Katya Savaşı’nda birkaç kez yaralanmasına rağmen yine de bölüğünün başında görüyoruz onu. Ve ne yazık ki, makineli tüfeklerin taraması sonucunda bütün askerleriyle birlikte şehit oluyor!

Savaştan sonra Katya’ya gelen bir Osmanlı bölüğü, kumların üzerinde hurma dallarının oluşturduğu küçük bir tümseğe ve o tümseğin üzerine devamlı hurma dalı getirip yığan bir kadına rastlıyor: 

“Bu mezar, Hâlet’in mezarı ve ben bu mezarın bekçisiyim. Bu mezar benim ölümüme kadar hep kumların üzerinde kalacak” diyen Hüseyyine’yeden başkası değil bu kadın.

Hüseyyine’nin Hollywood artistlerine taş çıkartacak kadar yakışıklı olduğu söylenen Hâlet Bey’in kılıcını da uzun süre sakladığı ve sonunda emaneti ailesine teslim ettiği söylenenler arasında. 

Hâlet Bey’in hikâyesinden bir kesiti yerimiz elverdiğince özetlemeye çalıştım. Sizlerin de gözlerinizin önünde uluslararası ilgi görebilecek bir film şeridi oluştu mu?

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar