Bir ekonomik güç formülünün çağrışımları

Tamer MÜFTÜOĞLU
Tamer MÜFTÜOĞLU KOBİ'LERDEN GİRİŞİMCİLİĞE

Almanya’da 1965 yılında ilginç bir kitap yayınlanmıştı. Kitabın adı “Formeln zur Macht”. Türkçe’ye “Gücün Formülleri” olarak çevirebileceğimiz kitabın yazarı Wilhelm Fucks. Wilhelm Fucks Aachen Teknik Üniversitesi’nde görev yapan bir fizik profesörü. Aynı zamanda Jülich kentindeki Atom Araştırmaları Enstitüsü’nde de çalışan saygın bir bilim insanı. O yıllarda Almanya’da politik ve ekonomik çevrelerde yoğun bir tartışma konusu olan kitap bildiğim kadarıyla Türkçeye tercüme edilmedi.

Fucks kitabında geçmiş dönemlerin verilerine ve olaylarına dayanarak çeşitli istatistiki yöntemlerle ülkelerin gelecek dönemlerde sahip olabilecekleri güç potansiyeline ilişkin tahminlerde bulunuyor. Tahminlerini de özellikle o dönemin iki süper gücü olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ile Çin Halk Cumhuriyeti üzerinde yoğunlaştırıyor. Çin Halk Cumhuriyeti’ni o dönemin iki süper gücü olan ABD ve SSCB’ye çok önemli bir alternatif olarak değerlendiriyor. Dünyanın güç dengesine ilişkin başkaca değişiklikler de öngörüyor ama bunların çok önemli olmayacağını tahmin ediyor.

Fucks adı geçen kitabında çeşitli istatistiki ve matematiksel değerlendirmeler ve grafiklerle vardığı sonuçları aşağıdaki gibi özetlenebilir: Çin Halk Cumhuriyeti’nin ekonomik gücü 1970’lerin sonuna kadar SSCB’ni, 1980’lerin sonuna kadar ABD’yi ve 1990’ların sonuna kadar da ABD’nin ve SSCB’nin ekonomik gücü toplamı ile gelişmiş Avrupa ülkelerinin ekonomik gücü toplamını aşacak. Kısaca Çin Üçüncü Milenyuma, 2000’li yıllara dünyanın tek süper gücü olarak girecek.

Fucks kitabında bir ülkenin ekonomik gücünü üç faktörün çarpımı olarak belirliyor. Bu faktörler A,B ve C sembolleri ile gösterilirse,
A = ülkenin enerji üretimini
B = ülkenin çelik üretimini
C = ülkenin nüfus sayısını
ifade etmekte. Fucks’a göre bir ülkenin ekonomik gücü
Ekonomik Güç=A*B*
olarak tanımlanmakta.

Formüle A ve B olduğu gibi girerken, C faktörü üçüncü dereceden karekök içinde girmekte. Dolayısıyla bir ülkenin nüfus sayısının ekonomik güç üzerindeki etkisi ülkenin enerji üretimi ve çelik üretimine göre çok azalmakta. Sayısal bir örmek vermek gerekirse,
A = B = C = 1000
değerlerini alsa, formüle A (enerji üretimi) ve B (çelik üretimi) 1000 değeri ile girerken, C (ülkenin nüfus sayısı) 10 değeri ile girmektedir.

Adı geçen kitabın yayınlandığı 1965 yılından yarım asrı aşan bir süre geçtikten sonra ortaya çıkan gerçekler karşısındaki yukarıdaki formülün hiçbir anlamı kalmadığını söyleyerek değerlendirmemizi bitirmek istemiyoruz. Bırakın Çin Halk Cumhuriyeti’nin ABD, Rusya ve Avrupa toplamını 2000 yılında aşmasını, 2018 yılında henüz sadece ABD’nin bile epeyce arkasında yer alıyor. Diğer taraftan en geç 15-20 yıl içinde Çin’in ABD’yi geçeceğine ilişkin ciddiye alınması gereken tahminler var.

Evet, Fucks’un 1965 yılı öncesi verileri dikkate alarak yaptığı tahminler tutmadı. Kanaatimizce bunun en önemli nedeni 1965 yılı sonrası gelişmelerin dikkate alınmamış olmasıydı.
1965 yılı öncesi henüz dijitalleşmenin adının bile duyulmadığı bir dönemdi. Dünya henüz bırakın günümüz gündeminde olan Endüstri 4.0 devrimini, dijitalleşme devrimi olarak kabul edilen Endüstri 3.0 aşamasına bile gelmemişti. Henüz Endüstri 2.0 aşamasında bir dünyada yaşıyorduk.

1965 yılında varlığı ve adı bile değil, faaliyet alanlarından bihaber olduğumuz günümüz dünyasının piyasa değeri en yüksek firmaları henüz ufuklarda bile gözükmüyordu. Kısaca, Endüstri 3.0 ve 4.0 devrimleri Fucks’un çalışmasına esas aldığı dünya tablosunu tamamen değiştirdi.

1960’lı yıllar Küba’daki Domuz Körfezi ve özellikle de Vietnam Savaşı dolayısıyla ABD’nin başta Batılı ülkeler olmak üzere tüm dünyada prestijinin çok düştüğü bir dönemdi. Dolayısıyla ABD’nin geleceğine ilişkin tahminler iyimser olmaktan ziyade kötümserdi. Vietnam Savaşının sonlandırılması, petrol krizi, yeni teknolojilerde ABD’nin arayı hızla açması tabloyu tersine çevirdi. 1980’li yıllarda giderek açılan ara 1990 yılında dünyanın ikinci süper gücü olan SSCB’nin sonlanması ile neticelendi. 2000’li yıllarda, Üçüncü Milenyuma girerken ise ufukta yeni bir süper güç adayı görünmeye ve giderek güç kaymasındaki ağırlığını artırmaya başladı: Çin Halk Cumhuriyeti.

Kanaatimizce Fucks’un ekonomik güç formülünde çok önemli bir değişiklik de formülde C ile gösterdiğimiz ülkenin nüfus sayısı faktöründe gerçekleşti. Yeni teknolojilerle bir ülkenin çıplak nüfus sayısının ülkenin ekonomik güç potansiyeli üzerindeki etkisi iyice azaldı. Son teknolojik gelişmelerle bu sürecin önümüzdeki dönemlerde de devam edeceği anlaşılıyor. Artık bir ülkenin ekonomik gücünü çıplak nüfus sayısı değil, çağdaş eğitim imkanlarıyla donatılmış, yeniliklere ve farklılıklara açık, yaratıcı nitelikleri geliştirilmiş nüfusu belirliyor. Yeni teknolojileri izleyebilmenin ötesinde yeni teknolojileri gerçekleştirebilen Ar-Ge’cilere ve mühendislere, von Schumpeter’in dinamik girişimci niteliklerine sahip yenilikçilere, kısaca çağdaş inovatörlere sahip olan ülkelerin ekonomik güç potansiyeli hızla yukarı doğru tırmanıyor. Bu tür insanları yetiştirebilen veya oluşturdukları ekosistemler bu tür gençleri kendi ülkelerine çekebilen toplumların ekonomik güç yarışında şansları artıyor.

Fucks’un ekonomik güç potansiyeli formülündeki C faktörünü ülkenin çıplak nüfus sayısı değil de nitelikli nüfusu olarak değerlendirecek olursak tablonun tamamen değiştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu durumda C faktörü, yani ülkenin nitelikli nüfus sayısı, formüle üçüncü dereceden karekök içinde değil en azından ikinci kuvvet olarak girecektir. Bu durumda Fucks formülü
Ekonomik Güç=A*B*(C)2
şeklini alacaktır. Bu durumda
A=B=C=1000
olması halinde, A ve B formüle 1000(bin) değeri ile girerken C faktörü 1.000.000 (bir milyon) değeri ile girecektir. Hatta formüle Silikon Vadisi çalışanlarını alacak olursak C Faktörü formüle üçüncü kuvvetle, (C)3 olarak girecek ve değeri 1.000.000.000 (bir milyar) olacaktır!
Bu değişiklikle konuya ilişkin yeni bir formül geliştirmeyi değil, sadece nitelikli insan sayısının günümüzde kazandığı çok büyük önemi vurgulamayı amaçlıyoruz.

Günümüzde Fucks formülünün başkaca birçok faktörü farklı ağırlıklarda dikkate alması gerekecektir. Fakat nitelikli insan faktörü muhakkak ki bunların arasında açık farkla ön planda olacaktır. Konu ülkemizde de yıllardır gündemde olmasına rağmen tatmin edici bir ilerlemenin gerçekleştirildiğini söyleyemiyoruz. Bu konuda ne yaptıklarımızdan çok yarışta nerede olduğumuza bakmamız gerekiyor. 2003 yılından 2017 yılına kadar geçen 14 yılda eğitime ayırdığımız bütçe yaklaşık 12 kat artmış. Ama bu 14 senenin PISA sonuçları bir performans ölçüsü olarak kabul edilirse, ülkemizin eğitim performansı önemli ölçüde gerilemiş: PISA değerlendirmelerine göre 2003 yılında Türkiye’nin fen dalındaki yeri 33. sıra iken 2015 yılında 43. sıraya gerilemişiz. Matematik dalındaki yerimiz 2003 yılında 35. sıradayken 2012 yılında 44. ve 2015 yılında 49. sırada. Okuduğunu anlama dalında da düşme devam ediyor: 2003 yılında 35. sırada olan Türkiye 2012 yılında 41. ve 2015 yılında da 50. sıraya gerilemiş.

Son 14 yılda PISA değerlendirmesindeki bu olumsuz gelişme maalesef eğitim yatırımlarının 12 kat arttırıldığı bir dönemde ortaya çıkan tablo. Bu 12 yıllık dönemde rekabet içinde olduğumuz diğer ülkelerdeki gelişmeler dikkate alındığında eğitim sistemimizin nitel boyutlarda ihtiyaç duyduğu reformların önemi çarpıcı bir şekilde ortaya çıkıyor.

Tabii bir de ekosistem oluşturma konusunun da ihmal edilmemesi gerekiyor. Aslında bu konu da, eğitim konusu gibi, yıllardır sözünü ettiğimiz ve hep olmazsa olmaz olarak değerlendirdiğimiz hukuk sistemi, ekonomik ve politik istikrar, insan hakları ve özgürlükler, barış ve huzur ortamı gibi alanları kapsıyor. Kısaca ülke olarak teşhisimiz isabetli ama tedavi konusunda, eyleme geçip uygulamaya geçince başarılı olamıyoruz.

Potansiyelimizin ne kadar yüksek olduğunu doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının ülkemizin AB üyeliği sürecinin hız kazanmasıyla ulaştığı seviyelerde açıkça görüyoruz: 2000 yılı=0.98 milyar dolar; 2002 yılı=0.6 milyar dolar; ve üyelik sürecimizin hız kazandığı yıllara gelince: 2005 yılı=10 milyar dolar; 2006 yılı=20.1 milyar dolar; 2007 yılı=22 milyar dolar. Sürecin tersine dönüşü ise düşme yılları: 2011=16.1 milyar dolar; 2013 yılı=12.4 milyar dolar; 2014 yılı=12.8 milyar dolar; 2015 yılı=17.5 milyar dolar; 2016 yılı=12.2 milyar dolar. Kısaca sadece AB süreci üzerindeki iyileşme bile tabloyu ne kadar değiştirebiliyor.

Acaba bu süreç 2008’den sonra devam etseydi sonuç ne olurdu? Herhalde en azından 30-40 milyar dolara ulaşırdık. Ayrıca diğer yapısal reformlar da gerçekleştirilme sürecine girseydi sonucun 70-80 milyarlara ulaşması abartılı bir tahmin olmayacaktı.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Bir deneme 09 Kasım 2018
Geleceğin tarihini yazmak 01 Aralık 2017
Bayramlaşma köprüsü 23 Haziran 2017