Bir çözüm var elbette
Okurlarım hatırlayacaklardır, önceki yazılarımda dış ticareti teşvik konusunda devletlerin bazı girişimlerini hatalı bulduğumu, bazılarının da çalışma, yani arzu edilen sonuçları verme, şanslarının olmadığını yazmıştım.
Öncelikle devletin 'ihracat politikası' veya 'ihracat stratejisi' adı altında şirketlerin kime ne satacakları kararlarını yapay olarak saptırmamaları gerektiğini söylemiştim. Bu bağlamda, stratejinin şirket yönetimlerinin sorumluluğu olduğunu ve seçilmiş pazar ve ürünlere devlet desteği verilip başkalarına verilmemesinin, kararı rasyonellikten uzaklaştıracağını yazmıştım. Kısacası "stratejik kararlara bu tür müdahaleler rekabet gücü yüksek şirketler yaratmak yerine pazarlama ve üretimde rant arayan şirketler yaratır" demiştim. Strateji, enformasyon ve enformasyonun yorumunu gerektirir. Başka bir şey de istemez. Bu bakımdan strateji kararını vermek ve bu kararı uygulayabilmek için yeterli kaynakları sağlamak bir yöneticinin asal işidir ve devredilemez. Strateji yardımı "Sen otur ben bir bakayım" şeklinde değil, strateji tasarımında işe yarayacak bilgi ve bu bilginin yorumlanması konusunda strateji tasarımından sorumlu kişilere verilecek eğitimden öteye de gitmemelidir.
Bir de işin 'işletme ve işletmecilik' konularında yardım tarafı var. İşletmelere yardım genellikle onlara para yardımı, yani kaynak aktarımı şeklinde yapılmaktadır ki bunun sakıncalarına uzun uzadıya değindim. Benim gördüğüm hiç bir devlet kurumunun ne aktaracak kadar yeterli kaynağı, ne de bu kaynağı aktaracak düzeni vardı. Öncelikle konu mali kaynak aktarımı olunca 'talep' ve 'ihtiyaç' ayrımı biter. Mali kaynak istemeyen, "hele bedavaysa baldan tatlıdır" demeyen hiç kimse görmedim, göreceğimi de sanmıyorum. Bırakınız bedava kaynağı ucuz kaynak bile o kadar cazip gelir ki bu parayı ne yapacağını düşünmeden talepkar olunur. En ufak ülkede bile, onbinlerce firmanın hiç biri bedava mali kaynağa ihtiyacı olmasa dahi hayır demez; derse o şirketlerin yöneticilerinin sorgulanması gerekir. Mali desteğin ne için verildiğinin saptanması da derde şifa olmuyor. Bir Asya ülkesinde pazarlama araştırması yardımları neredeyse bir iş kolu yaratmış, milyonlar harcanmış, kimin hangi pazar araştırmasını niye yaptığı, yapıp da sonunda ne olduğu kimse tarafından açıklanamadığı için sonunda devlet de pes etmiş programı kaldırmıştı. Bir Afrika ülkesinde aynı şey 'eğitim' yardımları konusunda, hem ne konuda kimi niye eğittiği belli olmayan yüzlerce 'eğitici!' yaratmış; bundan da beteri işi 'eğitilmek!' olan yöneticiler! türemişti. O program da milyonlar, daha da fenası dünya kadar vakit harcandıktan sonra kaldırılmıştı. Kaynak aktarımının mali değil de ayni olduğu durumlarda da sonuç pek değişmiyor. Söz gelimi 'kompüterizasyon' kampanyaları ile şirketlere verilen bilgisayar yardımları. Bu tür yardımların (fiziki tesis kaynak aktarımı) neden işe yaramadığının aşikar nedenlerinin yanı sıra, sık sık gözden kaçırılan bir nedeni daha vardır: Değişim. Daha önce kullanılmayan her yenilik bir değişim aracıdır. Bazen bu değişim faydadan çok zarar getirir. Bu ve yazdığım birçok nedenden devletin 'bilgi ve know-how' ile 'stratejik işbirlikleri' yardımı dışında mali, insan gücü ve fiziki kaynak aktarımı yapmalarının verimli olmadığını söylemiştim. Özetle hem herkes "Balık vermeyin balık tutmayı öğretin" der hem de balık dağıtır.
Şimdi gelelim işletmecilik yardımlarına. Hani "dananın kuyruğunun koptuğu yer" derler ya, işte işletmecilik yardımları öyle şeyler. İşletmecilik yardımı balık tutmayı öğretmeye benzemekle beraber o kadar da basit değildir. Neden basit olmadığına işletmecilik sohbetlerimizde uzun uzun değinmiştim. Belleği güçlü okurlarım hatırlayacaklardır. Öncelikle balıkçının işi tanımlanabilir ama işletmecinin işi tanımlanmamıştır. Bu nedenle işini tanımlayamadığınız birine işini daha iyi nasıl yapabileceğini anlatmaya benzer işletmecilik konusundaki yardımlar. Geçen gün sevgili dostum Uğur Özmen'le yaptığımız bir çay sohbetinde bu konuyu konuşurken, işletmecilik yardımlarının "İşini tanımlayamıyorum ama iyi dinle de sana nasıl daha iyi yapacağını anlatayım" demek olduğunu söyleyerek bu konudaki en büyük sorunumu dile getirmiştim. İşletmecinin işini tanımlayamıyoruz ama ona nasıl daha iyi yapacağını anlatmaktan hiç mi hiç çekinmiyoruz. Bu işin bir mantığı var mı, Allah aşkına?..
Hiç bir devlet işletmecilik konusunda tüm şirketlere yardım için gerekecek bilgi, deneyim ve ihtisas sahibi kişileri kadrolarında taşıyamaz. Şöyle böyle taşıyabilse bile bu kişilerin yaptığı işi dağıtacak ve denetleyecek sistemleri kuramaz, şöyle böyle kursa bile astarı yüzünden pahalıya gelir. Sonunda kerameti kendinden menkul resmi 'bilen adamlar' türer. Bu açıdan işletmecilik yardımlarının taşeronlarca verilmesini uygun bulduğumu söylemiştim. Söylemiştim ama bunu yapan bir sürü ülkede sonuçların hüsran olduğunu da eklemiştim. Bunun nedenlerini anlatmıştım. Şimdi bu uygulamayla ilgili ne yapılması gerektiğine yerin müsaadesi nispetinde ve müsaadelerinizle değinmek istiyorum.
Taşeron danışman sisteminin çalışmama nedenlerinin en başında geleni bu 'danışmanların' her birinin 'balık tutma' konusunda çoğu ithal, günün modası kuramlara sahip olması, her birinin bir başka oltayı 'en iyi' diye ileri sürmesi, bunlar ve hatta balığın ne olduğu konusunda bile Yeşilköylü berber Ömer sendromundan muzdarip olmaları gelir. İşte taşeron sistemlerinin çalışabilmesi için bunun mutlaka önlenmesi gerekir. Yoksa havanda su döğer, yoğurt kesmek için bıçak bilersiniz.
Bu sorunun çözümü ile birlikte 'işletmecilik yardımı' çalışmalarını koordine edecek kurum veya kurumların da ıslahı gerekir. Bu iki konuya da bir daha ki ve konudaki son yazımda değineceğim. Girizgah babından şu kadarını söyleyeyim. Balık tutmayı öğreteceklere devletin "Benim yöntemim en iyisidir" demesi hiç ama hiç iyi bir yaklaşım değildir.
Sağlıcakla kalın