Bir bu eksikti..
Finansal piyasalarda gerginliğin arttığı dönemlerde bizim gibi ülkelere gelen net sermaye (net dış borç) miktarında azalma oluyor. Gerginlik artarsa bu azalma şiddetleniyor; giren sermaye, çıkan sermayenin altına düşebiliyor. Böyle bir durum hemen kendini faiz ve kur yükselişi olarak gösteriyor. Arkasından da yurtiçinde açılan kredi miktarı uzun dönemli eğiliminin altına düşüyor.
Dolayısıyla, hem yurtdışından doğrudan borçlanma olanaklarının azalması hem yurtiçi kredi arzının artış hızındaki düşüş hem de faiz oranındaki yükseliş özel yatırım harcamalarını ve dayanıklı tüketim mallarına yapılan harcamaları olumsuz etkiliyor; büyüme oranı düşüyor. Kur artışı da, özellikle döviz cinsinden açık pozisyonu olan şirketleri olumsuz etkiliyor. Bu olgunun da büyümeyi olumsuz etkilediğine dair gözlemler var.
Büyüme oranındaki düşüş elbette finansal gerginlikler başlar başlamaz ortaya çıkmıyor. Bir süre sonra kendini hissettiriyor. Öte yandan, bu süre zarfında kamu kesimi harcamalarını artırırsa, büyüme oranındaki düşüşü törpüleyebiliyor.
Mayıs ayının sonlarından itibaren böyle bir finansal gerginlik ortamında yaşıyoruz. Zaman zaman azalsa da yılın ilk ayları ile karşılaştırıldığında gerginliğin ortalama dozunun oldukça yüksek olduğu aşikâr. Buna bir de ABD’de demokratlarla cumhuriyetçilerin bitmek bilmez tepişmesi eklendi son günlerde.
Cumhuriyetçilerin azımsanmayacak bir kısmının ‘vergi her kötülüğün anasıdır’ biçiminde özetlenebilecek saplantıları, ABD Temsilciler Meclisi’ndeki çoğunluğa sahip olmaları ile birleştiğinde, ABD’de kamu harcamalarının kısılması tehdidi yaratıyor. Özellikle, sosyal içerikli kamu harcamalarının ‘başkalarının parası’ ile finanse edilmesine alerjileri var bu kesimin.
‘Onların sorunudur’ diye işi geçiştiremiyoruz. Her ne kadar ABD gibi onca değerli bilim insanını yetiştirmiş bir ülkede işler bu denli saçmalaşamaz, eninde sonunda bir uzlaşı ortaya çıkar diye düşünsek de, şimdilik durum böyle değil. ABD’de kamu harcamalarının aşağıya çekilmesi, ABD ekonomisinin içinde bulunduğu toparlanma sürecini kesintiye uğratma riski taşıyor. Elbette peşi sıra dünya ekonomisini de sürükleyecek.
Yine de eninde sonunda ABD’de bütçe sorununun çözülmesi beklenir. Ama o zaman da ABD Merkez Bankası’ndan gelmesi beklenen ve piyasalardaki gerginliğin temel nedeni olan adımlar var. Mayıs ayından bu yana süren bu sevimsiz ortamda büyüme oranımızın düşük kalması beklenir. Bu ortama zaten düşük bir büyüme temposu ile girdiğimiz dikkate alındığında, önümüzdeki dönemin büyüme açısından sorunlu geçmeye aday olduğu belirginleşiyor. Büyüme oranının düşmesini bir miktar engelleyebilecek tek faktör olarak elimizde sadece kamu yatırımları ve kamu tüketimi kalıyor.
Hafta başında açıklanan dış ticaret verileri büyüme açısından ilk olumsuz sinyali verdi. İthalat ile büyüme arasında çok yakın ve aynı yönlü bir ilişki var. Üretim ve dolayısıyla büyüme artarken daha fazla ara malı ve yatırım malı ithal ediyoruz. Enerji ve altın dışı ithalat, ağustos ayında bir yıl öncesinin aynı ayına kıyasla sadece yüzde 1.2 oranında yükseldi. Oysa yılın ilk yedi ayında, bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla yüzde 7.4 oranında artmıştı.
Elbette bir aylık verilere bakıp, derin sonuçlar çıkarmamak gerekiyor. Ancak az önce değindiğim gelişmeler dikkate alındığında, ithalat rakamlarından gelen sinyali bir uyarı olarak dikkate almalı. Ne var ki, geçen hafta değerlendirdiğim kapasite kullanım oranı ve reel kesim güven endeksi gelişmelerinin henüz böyle bir uyarıda bulunmadıklarını da hatırlatayım.