Bir Anayasa maddesi önerisi (2)
Geçen hafta Anayasa maddesi önerimizi bu sütunlarda şöyle ifade etmiştik: “gayrisafi milli gelirimizin en az yüzde 10’u çocuklarımızın eğitim ve öğretimi için harcanmalıdır.” Bu önerinin bilimsel dayanağını da Anayasal Ekonomi olarak belirlemiştik.
Genç ve sağlıklı nüfus yapısıyla çok önemli bir insan kaynağına sahip olan Türkiye, bu potansiyelini nasıl değerlendirmelidir? Hem de bu potansiyelin ekonomik değerinin sanayi toplumuna göre katlanarak arttığı günümüzün bilgi toplumunda.
Olağanüstü yetenekleri olan çocuklarımıza tüm kapıların sonuna kadar açılması gerekiyor. 1948 yılının Harika Çocuk Yasası ile İdil Biret ve Suna Kan gibi dünya çapındaki sanatçılarımıza daha çocuk yaşta sağladığımız imkanlar; 17 Nisan 1942 tarihli ve 3003 sayılı Köy Enstitüleri Yasası ile yurdumuzun en ücra köylerindeki çocuklarımıza sağladığımız olanaklar Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü imkanlarıyla yine tüm yurt sathında sağlanmalıdır. Onların arasındaki olağanüstü yetenekli çocuklarımız olabildiğince desteklenmelidir.Keşke 60-65 yıl önce başlamış olduğumuz bu uygulamaları, hem de elde ettiğimiz tecrübelerle devam ettirebilseydik. Bizden 20-25 yıl sonra bu tür uygulamalara başlayan bir Singapur’un, bir Güney Kore’nin bugün ulaşmış oldukları ekonomik seviyeler, neleri ıskalamış olduğumuzu ortaya koymaktadır: Dünya Rekabet Gücü sıralamasında yıllardır hep ilk üç sırada yer alan Singapur (2012-2013 yılında Singapur ikinci Türkiye kırk üçüncü sırada, Dünya Ekonomik Forum’u Küresel Rekabet Raporu). Günümüzdeki yerini geliştirmekte olan ülkeler grubundan –hem de her yıl cari fazla vererek- gelişmiş ülkeler grubuna yükselten Güney Kore (başka bir mukayeseyle 1950’li yıllarda kişi başına düşen milli geliri Türkiye’nin üçte biri iken bugün üç katı olan Güney Kore).
Yüksek yetenekli çocuklar artık ülkelerin, hatta insanlığın en değerli varlığı olarak kabul ediliyor. İlber Ortaylı bir yazısında “zeki çocukların toplumlara ilahi bir lütuf ve en kıymetli üretim unsuru” olduğunu vurgulayarak düşüncelerini şöyle sürdürüyor: “Tam tespit edemediğimiz bir takım şartlar kabiliyetli fertleri ortaya çıkarıyor. Zenginler kadar fakirler, büyük şehirler kadar taşralar da bu gençleri yaratıyor. Olması gereken, bu zenginliği harcamamak. Tersine, en iyi şekilde olabildiğince değerlendirmek. Onun için az öğrencili bol yatırım yapılan bir iki üniversite şart. Seçkin eğitimi hiç de adalete aykırı değil. Aksine, seçkin zekâları bomboş üniversite kütüphanelerinde, kuyruklarında harcamak adaletsizliktir.”.Ortaylı’nın son cümlesini “eksik ve yetersiz öğretim kadrosu, eksik ve yetersiz sosyal ve kültürel ortam” gibi şartlarla da genişletebiliriz. “Bir iki üniversite”yi de yetenekli çocuklarımız için olması gereken onlarca yüzlerce ortaöğretim ve ilköğretim kurumuyla zenginleştirebilmeli, gerekirse ülke dışındaki imkânları da değerlendirilmeliyiz. Hatta okul öncesi eğitim devresi bu konuda ilk başvurulması gereken kaynak olmalıdır. Okul öncesi eğitimde okullaşma oranının OECD ülkelerindeki ortalamasının yüzde 86 olmasına karşılık Türkiye’de bu oranın sadece yüzde 17 olması, adı geçen kaynağın ülkemizde ne kadar ihmal edildiğini net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Mevcut eğitim kurumlarında bu yetenekler çokça geliştirilememekte, aksine normalleştirme veya standartlaştırma doğrultusunda dumura uğratılmakta, çocuklarımızın heyecan ve şevkleri azaltılmaktadır. Hatta Einstein, Steve Jobs gibi örneklerde bu çocukların ve gençlerin bu tür eğitim öğretim kurumlarını terkettiklerine şahit oluyoruz. Ortaylı’nın ifade ettiği gibi, onların yeri biçimsel standart eğitim öğretim kurumları değil, “az sayıda bol yatırımlı üniversiteler” ile seçkin ilk ve orta öğretim kurumları olmalıdır.
Yıllarca çalışıp akıl teri dökmek başarının olmazsa olmaz şartıdır. Bu kural Mozart’tan Einstein’a, Newton’dan Picasso’ya, Steve Jobs’tan Vehbi Koç’a kadar değişmeyen bir gerçektir.Eğer yıllarca fizik, astronomi ve matematikle yoğun bir biçimde uğraşıp cebelleşmeseydi, başına bir elma düştüğünde “Buldum!” diye ayağa fırlayıp bağırmayacaktı Newton.
Olağanüstü yetenek ne kadar erken yaşlarda keşfedilip geliştirilmeye başlanırsa sonuç o oranda başarılı oluyor. Aksi takdirde yetenekler biçimsel standart eğitim kurumlarında törpülenip kaybolmaya başlıyor. Hele hele yüksek eğitim aşamasında çokça yapacak hiçbir şey kalmıyor. Gençlerimizi yetenekleri doğrultusunda değil, ÖSYM sınav sonuçlarına göre, rastgele yönlendiriyoruz. Onları, yetenekli oldukları, severek, şevkle çalışabilecekleri dallarda yetiştirmek yerine, nefret ettikleri dallarda ömür boyu çalışmaya mahkum ediyoruz.Çocuklarımıza yeteneklerini, farklılıklarını geliştirme yönünde imkanlar sağlamalıyız. Herkes iyi olduğu alanda daha iyi olmaya, kendi yetenekleri doğrultusunda, zirveye tırmanmaya çalışmalı. Eğitim öğretim kurumlarında bunun imkânları sağlanmalı, ortamı oluşturulmalı.
Anne baba olarak, dost akraba olarak, özellikle de öğretmenler, devlet ve ilgili sivil toplum kuruluşları olarak çok dikkatli olacağız. Yeteneklerin değerlendirilmesine ne kadar erken yaşlarda başlanırsa, sağlanacak başarı o oranda yüksek olacaktır. Bunlar için oranımızı yüzde 10’dan yüzde 12-13’lere tırmandırmak gerekirse o fedakârlık da göze alınmalıdır. Zira çağımızda eğitim yatırımlarından daha karlısı yoktur. Yeter ki 2-3 yıl değil, 10-15 yıl beklemeyi göze alabilelim.