Bir alternatif var

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI [email protected]

Avrupa’da ortalık toz duman. Biz bu tür tanımlamalara alışığız. Onlar değil. Avrupa’yı bu hale getiren Yunanistan’da Syriza  Partisinin (Radikal Sol Blok) iktidara gelmesi ile Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) Mart ayından itibaren ay da 60 milyar Euro tutarında tahvil alımını başlatacağını duyurması. Her iki olay biri birinden farklı gibi duruyor ise de,  temelinde borç sorunu var.

Yunanistan AB’nin en borçlu ülkelerinden birisi. AB ve IMF, Yunanistan ekonomisinin tekrar canlanması, özellikle de verdikleri borçları tahsil etmek için, Samaras Hükümetine ciddi bir mali sıkılaştırma programı imzalattırdılar. Emeklilerin maaşları düşürüldü (bizdeki gibi), işten çıkarmalara gidildi. Yunanistan’da işsizlik %25’leri aştı. AB için sorun çözülmüş gibi idi, Yunan halkı fakirleşmişti, fakat borçlar tahsil ediliyordu. Yunan halkı seçimler işte bu paketi yırttı attı. Yani bir alternatif var dedi. (Nicolas Pons-Vignon’un “Bir alternatif Var”  kitabını okumanızı öneririm. Üstelik kitap ince,  çok fazla zamanınızı almaz.)

Syriza’nın programı sosyalist bir program değil. Üretim araçlarına el koyalım, özel mülkiyeti sınırlayalım gibi düşünceleri yok. Program aslında Keynesyen bir program. Keynes’in I. Dünya Savaşı  sonrası önerdiği programın benzeri. Borçlar yeniden yapılandırılsın, kamu harcamaları artırılsın, büyüme ortaya çıksın, böylece hem borçlar ödenmiş olur, hem de refah düzeyi artar diyorlar. Bu programa sosyal devlet kimliği hala güçlü olan AB’nin ana yapısına uygun. İtiraz finans kesiminden geliyor. Çünkü onlara yük binecek.

AB  Yunanistan gibi diğer borçlu ülkelerde sorunların  hala devam ettiğini gördüğü için ve de Euro Bölgesindeki düşük büyümeden dolayı, parasal genişlemeye gidiyor. Böylece tüketim ve yatırım harcamaları artırmak, yani büyüme oranını yukarı çekme derdinde. Aslında ABD’nin 2008’den bu yana yaptığını şimdi AB yeni yapmaya başlıyorlar, geciktiler, ama bu program işe yarayabilir. 
AB’nin  bu politikası Türkiye’yi de etkiliyor. Dolar/Euro paritesi 1,36’lardan 1,14’lere inince Türkiye’nin ihracatı azalıyor dolayısıyla ihracatçı firmaların gelirleri düşüyor . TCMB bunu telafi etmek için reeskont kredi limitini artırdı. Yeter mi, biraz zor gözüküyor. 

ECB’nin para arzının artırmasının bir başka sonucu da AB’de faiz oranlarının düşmesi. Bu Türkiye için sermaye girişi açısından olumlu bir gelişme. Çünkü TCMB’ye yapacağı faiz indirimlerinde avantaj sağlayacak.

TCMB’nin faiz konusunda  dikkatli olmasının altında yatan etken enflasyon oranının döviz kuruna duyarlılığının yüksek olması. Cari açık nedeni ile döviz girişi önemli. Çünkü döviz girişi (kısa vadeli sermaye girişi) olmaz ise, önce kurlar sonra enflasyon yükselecek. Sermaye girişi de faiz oranına duyarlı olduğu için, TCMB için “optimum politika faiz oranı” sermaye girişini durdurmayan faiz oranıdır.
Ancak burada önemli olan nominal değil, reel faiz oranı. Dolayısıyla enflasyon düşmeden faiz oranını indirmek, ne TCMB’nin enflasyon hedeflemesi ile uyumlu, ne de mevcut ekonomik koşullara. TCMB enflasyon oranının 2014 yılındaki yükselişini bu hafta açıklanan yılın ilk Enflasyon Rapor’unda üç gelişmeye bağladı:

- Kuraklık, 

- Döviz kurunun yükselmesi,

- Merkezi Yönetim Bütçe açığı.

TCMB raporda açık açık 2014’de bütçe hedeflerinden sapıldı, 2015 enflasyon hedefinin (ortalama %5,5) tutması için de mali disiplin şart diyor.

Ancak ortada bir gerçek var. 2002’den 2006’ya kadar örtük, 2006’dan sonra açık enflasyon hedeflemesi program ile TCMB’nin kamu finansman ayağı kesildi, büyümeden de fedakarlık edilmeyince, Türkiye ciddi bir biçimde borçlandı.  2002 yılında 242,6 milyar olan borç stoku, 2014’ün sonunda 611,9 milyar dolara ulaştı. Basit bir ifade ile 12 yılda yapılan borç , 2002’ye kadar yapılan borç stokunun 1,5 katı. 

Bu borçlanma hızıyla doğal olarak kamu kesimi faiz ödemeleri de büyük boyutlara ulaştı. Eğer faiz geliri elde edenlere faiz lobisi deniyor ise,  bu lobinin en çok sevindiği yıllar 2002 sonrasıdır. 1993-2002 arasında kamu kesimi toplam 193,6 milyar faiz ödemiş iken, 2002-2014 döneminde 652,1 milyar TL faiz ödedi. Türkiye’nin 1993-2014 döneminde ödediği faiz ise 735,4 milyar TL.

Dolayısıyla Yunanistan’ın durumunu Türkiye’de iyi analiz etmek durumunda. Yapılan ampirik çalışmalar Borç Stoku/GSYH oranının %40-50 aralığında büyümeye engel olmadığını, bu düzeyden sonra sorun yarattığını göstermekte. Üstelik bu orana da temkinli yaklaşmak gerekir. Çünkü oranın payı stok, paydası akım değişkendir. Yani GSYH düşebilir, ancak stok yerinde kaldığından, oran bir anda yükselir. 2008 krizinde bunu PIIGS ülkelerinde  gördük. Bundan dolayı bu dönemde alınacak olan her iktisat politikası kararını iki defa düşünerek almakta fayda var. 

1-030.png

2-020.png

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Çin böyle gider mi? 04 Ekim 2019
Yeni parasal ralli 27 Eylül 2019
Trump etkisi 13 Eylül 2019
Kapıyı çalan kimdir? 06 Eylül 2019
Talep mi borç sorunu mu? 30 Ağustos 2019